Öne Çıkan Yayın

Kitap Yorumum : Gösteri Peygamberi

29 Nisan 2018 Pazar

Mezun Kaktüs

Herkese merhabalaaaaar :)
  1 haftayı aşkındır aranızda yoktum sizleri o kadar çok özledim ki samimi yorumlarınızı, motivasyonlarınızı ve tabi ki size bir şeyler anlatmayı. Uzun olmasa da kısa bir tatile çıkıp ailemin yanına kaçtım. Nasıl hızlı bir tatil olduysa anlamadan kendimi Alibeyköy otogarında babamla vedalaşmış ve otobüse binmiş halde buldum. Bu aralıkta kendimi deşarj etmek için örgü hobime başvurdum ve çok tatlı minnoş kitap kılıfları, tablet kılıfı ve makyaj çantası ördüm :) Kendim için ufak bir alışverişe çıktım ve yeni kararlar alarak okuluma döndüm. 
  Tüm gece yolda uykusuz geçirip sabahın ilk ışıklarında gün henüz doğuşunun en tatlı zamanındayken yurda girebildim ve çok az bir uykuyla kalkıp benim için en önemli olan bir vakte hazırlanmaya başladım. Bu gece benim en özel ve güzel gecemdi çünkü bu gece mezuniyet balom vardı. Yıllarımızın ve başarılarımın mükafatı olan bu gece için öğle saatinde başladı tatlı telaşlarım... Kuaför, makyaj, saç, giyim ve ulaşım derken mekana girdiğimde çok samimi bir ortam beni karşıladı. Dört yıldır aynı sınıfta olmamıza rağmen ben bu kadar samimiyet ve sıcaklığı ilk defa hissettim. Herkes o kadar muazzamdı ki kendimi ilk defa bu kadar huzurlu bir arkadaş ortamında buldum. Gecenin tek kötü yanı tüm gün aç kaldığım için sağlık problemi yaşadım ilk 1 saat daha sonra yemek yediğimde hemen toparladım çok şükür. Onlardan ayrılmak o kadar zor olacak ki bunu bugün anladım. Bugünden önce olsa çok umursamazdım sanki bir daha mı göreceğim der geçerdim ama içlerinden aynı şehirde yaşadıklarımla en azından ara sıra görüşmeyi çok istiyorum.
    Eh bu kadar yorgun geceden sonra daha yazamayacağım sadece sizlere yaşadığımı hissettirmek istedim. Bundan sonra her gün sizlerle olmaya çalışacağım sınav haftam yaklaşmış olsa da hepinize saygılarımla, iyi geceleriniz olsun.

  

18 Nisan 2018 Çarşamba

Kitap Yorumum : Yüzbaşının Kızı



Kitap adı : Yüzbaşının Kızı
Yazar : Aleksandr Puşkin
Türkçesi : Sena Öksüz
Sayfa Sayısı : 198



Herkese merhaba bu ayın ikinci kitabını dakikalar önce bitirdim ve hemen sıcağı sıcağına yorumu gireyim dedim. Kitap aylar önce elime ulaştırılmak üzere alındı ama geçen hafta ancak ulaşabildi. 
   İlk olarak kitabı hiç sıkılmadan okuduğumu ve olay sarmalında beni çok şaşırtan şeyler olduğunu belirtmek isterim. Hiç beklemediğim yerden devam etti çoğu olay. Puşkin'in okuduğum ilk eseri olarak kendini çok sevdirdi. Sanki karşımda yaşlı bir amca gençlik hatıralarını anlatıyormuş hissettim. Klasik okumayı ilk defa deneyen biri olarak oldukça memnun kaldım. 
  Kitap tarihteki 1770'lerde Kuzey Rusya'da Kazak Yemelyan Pugaçov liderliğindeki isyanı, on yedi yaşındaki genç subayın gözünden anlatmaktadır. Bu soylu çocuğun orduya katılması ve sorunlu bir sınır karakolunda görevlendirilmesi ile başlayan hikaye, soylu gencin kale komutanının kızına aşık olması, bu arada isyancıların kaleyi ve bölgedeki bir çok alanı ele geçirmesi ile hızlanıyor. Soylu genç ve yüzbaşının kızı, ilginç tesadüfler sonucu rütbelilerin katlinden kurtulur ve isyanın sonuçlanmasına kadar çeşitli badireler atlatırlar. 

Kitaptan Alıntılar ;

 "Şu ünlü atasözünü aklından çıkarma: Elbiseni yeniyken, şerefini gençken koru!"

  "Birbirimizi bir daha görüp göremeyeceğimizi Tanrı bilir... Ben seni ölünceye kadar unutmayacağım. Kalbimde yalnız sen kalacaksın."

 "Benden iyisine düşersen beni unutursun. Benden kötüsüne düşersen beni ararsın."

 "Halkın dilindeki hikaye, denizde kabaran dalgaya benzer."

 "Sessizliğimizi koruyorduk, kalplerimiz yorgun düşmüştü."

 "Asacaksan asacaksın, bağışlayacaksan da sonuna kadar bağışlayacaksın."


16 Nisan 2018 Pazartesi

Toplumsal Cinsiyet Üzerine





Herkese merhaba bugün aslında bir kitap incelemesi yapmayı planlamıştım fakat elimdeki kitap bitmediği için bölümümde ders konumuz olan toplumsal cinsiyet üzerine yazacağım. Yazımı bazı kaynaklardan alıntılayarak topladığımı belirtmek isterim.
 Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeklerin beklentilerini, değerlerini, imajlarını, davranışlarını, inanç sistemlerini ve rollerini tanımlayan fikirlerin sosyal yapılanmasıdır. Sadece kadın ve erkek arasındaki değil; her gruptaki güç ilişkilerini ağır biçimde etkiler; buda bir çeşit sosyal probleme neden olur. farklı kültürlerin toplumsal cinsiyet hakkında, kadın ve erkek için neyin uygun olduğu ve neyin olması gerektiği üzerine farklı fikirleri vardır. Toplumsal cinsiyet sadece kültürden kültüre farklılık göstermez, zaman içinde veya bir toplumun kriz döneminde değişiklik gösterebilir.
   Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet arasındaki farka bakmak gerekirse; cinsiyet, kadın ve erkek arasındaki doğal, biyolojik farklılıkları işaret eder. bu farklılıkların bir çoğu net ve sabitken bazı biyolojik farklılıklar çeşitlilik gösterir. Toplumsal cinsiyet ise toplum tarafından verilen erkeklik ve kadınlık hakkında kültürel görüşler, inanç sistemleri, imajlar ve beklentilerle yapılanmıştır.
   Toplumsal cinsiyet üzerine yapılan araştırmaların çoğu kadınların erkeklerle kıyaslanması şeklinde yapılmaktadır. Toplumsal cinsiyet kişinin kültürel, toplumsal rolü, ruhsal-içsel tanımlanması ve onların temsil edilmesi anlamında kullanılmaktadır. Cinsiyeti doğa belirlerken toplumsal cinsiyeti kültür belirlemekte ve toplumsal cinsiyet kimliği hakkındaki anlayışlar cinsel eğitim ve tutum erken yaşlarda oluşmaktadır.
  Toplumsal cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan kadınlar siyasal, yasal, sosyal ve ekonomik haklara sahip olmada, bu haklarını kullanmada toprak ve sermaye gibi kaynaklara sahip olmada eşitsizliklere uğramışlardır.
Toplumsal cinsiyetle statü arasında ilişki tartışılırken göstergelerde yer alan öğrenim durumu, gelir getiren bir işte çalışma ve siyasi yaşama katılım önemlidir. Kız çocuklarının eğitime ulaşmasındaki zorluklar günümüze kadar devam etmektedir. Türkiye’de 2000 yılında yetişkin okur – yazarlık oranı erkelerde % 95, 7, kadınlarda % 81, 1 ‘dir. Bu durum ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı olmayan bir eğitim politikası uygulandığını göstermektedir.
Siyasi yaşama kadının katılımı ülkemizde % 9, 1 oranındadır. Bu oran son derece düşük olduğu gibi dünyanın bir çok ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkını elde eden ülkemizde kotanın uygulanmasının bu sorunu belirli sürede çözeceğini düşünüyorum.  
  Tüm dünyada kadınların devlet başkanı, başbakan ya da diplomat olmak yerine onların eşleri olmaları; milletvekili seçilmek yerine seçmen olmaları; vatan savunmasında ve savaşlarda komutan ya da asker olmak yerine savaşın sivil kurbanları ve mültecileri olmaları; müteşebbis ya da yönetici olmak yerine onların sekreteri, işçisi olmaları; kadın emeğinin yoğunlaştığı tarım, tekstil, ev-içi hizmetler sektörlerinde hizmetçi, temizlikçi, dadı, hastabakıcı, seks işçisi, mevsimlik, geçici ya da kayıt-dışı işlerde çalışan işçiler olmaları aslında hiç de tesadüf değildir.
Tarihsel olarak ele alındığında kadınlar ya vatandaş sayılmamışlar ve vatandaşlık haklarından mahrum bırakılmışlardır. Bazı devletlerde vatandaşlık hakkı elde eden kadınlar ise, çoğunlukla “ikinci sınıf vatandaşlar” olarak görülmüşlerdir. Milliyetçiliğin yeşermesi ve millet kavramının ortaya çıkması Fransız Devrimi ile olmuştur. 1789’da ilan edilen Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi 17 maddeden oluşmakta ve özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı koyma gibi doğal ve devredilemez hakların vatandaşlara verilmesi gerektiğini ifade eden hükümler içermektedir. Buna göre her insan kanun önünde eşit olmalıdır. Ancak Bildirge’deki vatandaşlık hakları, o dönemde sadece erkekler için geçerlidir.
  Günümüzde genellikle tüm devletler kadınların ve  erkeklerin eşit birer vatandaş olduklarını kabul edip buna yasal bir altyapı hazırlamış olsalar bile, eşit yasal hakların fırsat eşitliği ve eşit şartlarda siyasi temsil ve katılım anlamına gelmediği görülmüştür. Bunun en önemli sebeplerinden birinin aslında kadının ataerkil toplumsal düzen çerçevesinde halen bir taraftan erkeğe diğer taraftan ise devlete bağımlı olduğu gerçeğidir.
  Dünya’da kadınlara oy hakkı veren ilk ülkeler arasında yer alan Yeni Zelanda ve Avustralya’yı Finlandiya, Norveç, Danimarka ve İzlanda gibi İskandinav ülkeleri takip etmiştir.
  Vatandaşlık haklarıyla özdeşleşen bir diğer siyasal hak ise siyasal temsildir. Siyasal temsil eşitliği, kadınların ve erkeklerin eşit sayıda temsilini ifade eder. Günümüzde cinsiyetlerin eşitsiz temsil edilmesi sorunu, temsili demokrasilerin temellerini tartışma konusu haline getirmektedir
  Siyasal temsil eşitliğinin sağlanması için tüm dünyada genellikle seçimlerde kota sistemi uygulaması yapılmaktadır. Günümüzde çokça kullanılan üç temel kota uygulaması mevcuttur. Bunlardan ilk ikisi anayasal ya da yasal kotalardır, üçüncüsü ise gönüllülük esasına dayalı kota uygulamasıdır.
   Kadınların eğitilmesi, sağlık, siyaset ve kamu yaşamına katılmada kadınlara öncelik tanınması, kadınların rol ve sorumluluklarına ilişkin olumsuz kalıp ve yargılarla mücadele edilmesi, sorumlulukların birlikte paylaşılması, aile içi kararların birlikte alınması, hak ve sorumlulularda eşitlik, ailedeki kız ve erkek çocuklarına eşit davranılarak yetiştirilmesi, kadınların toplumda görev almasını sağlamak ve desteklemek, istihdamını arttırmak, kadının çalışma hayatıyla iş hayatının örtüşmesini sağlamak, kadınların şiddete uğramasını engellemek, ayrımcılığın yasaklanması ve ayrımcılıkla mücadele konusunun geliştirilmesi, eşit fırsatlar sağlanması, olumlu ayrımcılığın uygulanması toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için yapılması gereken gerekli konulardan bazılarıdır. Kadınlara biçilen rolün ortadan kaldırılmasıyla ilgili olarak sadece kadınların eğitilmesinin önemli olmadığını erkek farkındalığının yaratılması ve erkeklerin eğitilmesinin toplumsal cinsiyet eşitliği için önemli olduğunu düşünüyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve toplumda kadına biçilen rollerin değiştirilmesi için tüm toplum olarak kadınların önüne çıkarılan engelleri kaldırarak, onları eşit birey olarak kabullenip toplumda hak ettikleri yeri almaları sağlanmalıdır...

15 Nisan 2018 Pazar

Gezi Yolculuğum : Bingöl




Herkese merhaba birkaç gündür buralarda yoktum. Yazmayı ve sizlerin yorumlarınızı, bloglarınızı okumayı çok özlemişim. Şuan Bingöl havalimanından yazıyorum uçağım yaklaşık 40 dakika rötarlı ve yine cam kenarı bilet bulamadım... Olsun en azından uçağa yetiştim diye kendimi teselli ediyorum şuan.

   Bingöl yolculuğum hakkında size ufak bilgi vermiştim bir önceki yazımda oradan okuyabilirsiniz. Bingöl'e indiğimde beni küçücük bir havalimanı karşıladı kalabalık olmayan ve labirent tarzdan uzaktı. Havalimanından çıktıktan sonra komple yeşilliklerle dolu dağlar dizilmişti karşıma. Havalimanı otobüslerine binip merkeze geçmek üzere yola çıktım. İlk gözlemlediğim erkekler kadınların yanına oturmamaya özen gösteriyor. Merkezi küçücük ve genelde kıraathanelerden oluşan dükkanlar vardı. Her şeye ulaşmanız yeterince kolay açıkçası. İlk gün bir otelde kaldım ve otel çalışanı çok cana yakındı tabii bu otelin harika olduğunu söylemem için yetersiz. Bingöl'de en çok dikkatimi çeken esnaflar fazla misafirperver ve içten girdiğiniz ortamda bir samimiyet yakalamanız çok kolay. Ek olarak ne kadar ön yargılı olarak gitsem de düşündüğüm kadar kaba değillerdi.
     Tabi ki şehirde gezilecek yerler merkeze uzak olduğu için üniversite ve merkez arasında dolaşmak zorunda kaldık. Ulaşım taksilerle sağlanıyor ve taksi fiyatları oldukça ucuz. Şehirde sadece 1 adet alışveriş merkezi bulunmakta orasıda çok büyük değil maalesef belli birkaç marka ve oyun alanları mevcut. Kafe olarak önerebileceğim Neşve Kafe vardı güzel ve elit bir kafe olarak gözüme çarptı açıkçası. Tabii en güzel kafe askeri gazinonun yemekhanesiydi benim için ama orada çok zaman geçiremedik. Şehirde canlılık erken saatlerde son buluyor. Sadece Uydu Kent dedikleri üniversite çevresi 11'e kadar canlı merkez erken saatlerde canlılığını yitiriyor. Sabah erken saatlerde 6-7 arası yine canlanıyor.
   Yiyebildiğim en güzel yemek dürüm ciğer oldu. Olurda yolunuz düşerse Ciğerci Osman'a uğramadan şehirden ayrılmamanızı öneririm. Hayatımda aslalarımdan biri kuzu eti yemektir. Küçükken bir kere denedim ve tadını hiç beğenmediğim için asla yemem demiştim. Fakat 3 şiş cağ kebabı yedim ve kuzu eti olduğunu doyduktan sonra öğrendim sanırım hayatımın en büyük komedisiydi. Hakkınıda vermek lazım tabi tadı harikuladeydi. Lokantada menü yoktu ve siz dur diyene şiş sürekli geliyordu bu harikaydı. Üzüldüğüm konu buraya kadar gelip kadayıf yiyemeden dönmek oldu ama olsun bir sonraki gelişimde yiyeceğim.
   Şehirde ilginizi çekebilecek diğer bir konu kırtasiye. Oldukça fazla kitap kırtasiye dükkanları mevcut. Bu kadar olabileceğini tahmin bile edemezdim. Toplum olarak sanırım okumaya düşkünler yoksa bu kadar kırtasiye kitap dükkanı olamaz. Her girdiğim kırtasiyeden çıkmak istemedim kendimi kaybettim resmen. Kendime harika kalemler ve kitaplar aldım (kitapların çoğunluğu hediyeydi).
    İnsanları ne kadar samimi ve içten olsa da fazlasıyla muhafazakar bir toplum. Açıksanız veya açık giyiniyorsanız biraz garip bakıyorlar çevredekiler. Yada sevdiğiniz insanla ortamda çok samimiyseniz buda dikkatlerini çektiği için bakıyorlar. 
   Burada kendimde en çok fark ettiğim değişim sabahın çok erken saatlerinde uyanıp akşam erken saatte yatmam oldu. Normalde 6-7 arası uyanmam için yaklaşık beş altı alarm kuran ben burada alarmsız uyandım. 
  İşte Bingöl yolculuğum böyleydi gezmeyi düşünen arkadaşlar için umarım biraz olsun bilgi verebilmişimdir. Bu arada sizler nasılsınız ve neler yaptınız çok merak ediyorum. Hepinize sevgilerle 💝💝

11 Nisan 2018 Çarşamba

Gökyüzünden Bir Selam




Herkese merhabaa :) günlerdir beklediğim yolculuk sonunda gerçekleşti ve şuan size yumuş yumuş ve bembeyaz bulutların, huzur veren maviliğin gökyüzünün en ortasından yazıyorum. Şuan solumda Sivas sağımda ise Kayseri var ve yolculuğumuz harika ilerliyor :)
   Rotam nereye bunu söylemedim dimi çok pardon istikamet Bingöl. Ah bu aşk insanlara neler yaptırıyor. Yükseklik korkusu olan ve ilk defa uçağa binen biri olarak kalkıp hiç bilmediğim bir şehre geldim. Sırf sevdiğim adamın kokusuna kavuşabilmek için. 
  Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerimi açıp saat 7:30 arabasına yetişip Ankara'ya geçtim. Ankara'yı aşırı sevmeme rağmen hiç vakit geçirmek nasip olmadı bugün. Son dakikada hava alanına giden otobüse yetişip bir anda kendimi havalimanı yolunda buldum. İndiğimde o kadar büyük ve kalabalık bir yerdi ki Esenboğa... Hayalimdeki kadar güzel değildi ve aşırı stres oldum bagajları geçir, bilet al, bagaj ver derken. Uçağa binmekten soğudum resmen kesin korkumda var kötü geçecek diye düşündüm yolculuğumu. Ama hiçte öyle olmadı şuan çok harika ilerliyoruz, hosteslerin kibarlığına bayıldım muazzam yani. Tek sorunum bilet alırken cam kenarı istemediğim için ortada oturmak oldu ama dönerken kesinlikle cam kenarı olarak belirteceğim. İlk kalkarken biraz sarsıldım ve bir korku oldu kalbim uçak hızında atıyordu sanırım. İlerleyen dakikalarda alıştım hiç sorun olmadı inerken de biraz korktum ama inanılmaz eğlenceliydi. Yükseklik korkum yüzünden dönme dolaba dahi binemeyen ben gelip uçağa binmem gerçekten kendime hayran bıraktı beni :) Size günlük olarak Bingöl'de neler yaptığımı anlatacağım yazılarımda umarım memnun kalırım :) Hepinize sevgilerle...

10 Nisan 2018 Salı

Reklamlar ve Kültürel Özellikleri

  Herkese merhaba dün ne yorucu bir gündü. Bugünde çok koşturmalı olacak. Neden mi ? Yarın ilk uçak yolculuğumu yapıp bambaşka bir şehre gideceğim çok heyecanlıyım. Bugün kapanması gereken bir valiz, yetişmem gereken bir hastahane randevusu, hazırlanması gereken bir sunum ödevi ve daha birçok işim var.
   Aslında şu sunum ödevine biraz değinmek istiyorum bugün yazımda. Konumuz Uluslararası Pazarlamada firmalar ve reklamları. Reklam içeriklerinde kullanılan kültürel simgeler. Aslında çok eğlenceli bir konu olsa da farklı ülkelerin kültürlerini bilmek ve araştırmak inanılmaz zormuş. Bu konuda sağolsun Youtube da biraz reklam buldum. Aslında ben bu konu için en başta Toyota firmasını seçmiş ve kendileriyle iletişime geçmiştim. kendileride bana dönüş yaptı fakat bulduğum reklamlarda hiçbir kültürel simge yoktu. Ben biraz daha duygusal bir bağ ile seçmiştim firmayı babamdan kaynaklı bir nedendi. Küçük yaşlardan beri Toyota marka arabalar kullandığımız için firmaya ayrı bir ilgi duyuyordum fakat sonuç alamayınca arkadaşımın önerisi üzerine firmayı değiştirip BMW firmasına geçtim. Burada çok harika reklamlar buldum ve BMW bağımlılığının çocuklara babadan geçtiğini keşfettim. BMW aslında bana hız çağrıştırıyor bunu da araştırmalarımda fark ettimki kendileri ilk zamanlar motor üretiyormuş. Hız, adrenalin sevdiğim ikili motorda olunca baya cazip geldi. Çalışmalarıma devam ediyorum sizinle reklamları paylaşıp kültürel simgelerini yazacağım altlarında eğer sizinde gözünüze çarpan bir detay olursa benimle paylaşmanız dileğiyle... 


 İlk olarak Mısır BMW reklamlarına bakacak olursak ; burada öncelikle göze çarpan Mısır'ın kurak bir iklimde olmasıdır. Saniye 00:36'da dini inançlarını belli eden bir mimari yani camii görüyoruz. Saniye 00:45'te yine Mısır diyince aklımıza gelen ilk mimari olan piramit yer almaktadır. Ve yine burada da çölleri görebiliyoruz. 01:12'de gördüğümüz tablolarda Mısır firavunlarına yer verilmiş. Firavunlar Mısır'da eskiden Tanrı gözüyle bakılan kimselerdir ve bu yüzden özeldir.  01:32'de Mısır Kahire Kalesi yer almaktadır.  Bu kale savunma için yapılmış ve esirler tarafından yapılmıştır. 


                                  

İkinci seçtiğim ülke Katar oldu. Katar reklamında ilk saniyede Katar'ın mükemmel büyüklükteki binaları ve Basra Körfezi gösterilmiştir. 00:12'de Katar başkanı Emiri El Sani'nin portresini binada görüyoruz. 00:15'te Katarlara özel olan bir kıyafet görüyoruz. Bu kıyafet erkeklere özgüdür kadınlar ise reklamda yer almıyor. Çünkü bir kadının fotoğrafta yada videoda bir erkekle aynı karede yer alması uygun değil. Ayrıca kadınlar burada çarşaf giyinmektedir. 00:18'de polis arabalarına yer vererek güvenli bir ülke olduğunu mesajını vermiştir. 00:21'de yine başkanlarının portresi bina üzerinde görmemiz mümkün. 00:29'da HSBC bankasının ufak bir simgesi var burada aldığı banka ile finansına biraz değinmek istediklerini düşünüyorum. 00:31'de Aspire Tower yer almakta ince sivri bir uzantısıyla dünyanın en yüksek binaları arasında yer almaktadır kendisi. Yine aynı saniyedeki birçok eser İslam Eserleri Müzesi'ne ait olup dinsel simgelerle kültürlerini vurgulamıştır. 00:33'te Katar'a ait olan Finansbank simgesi binada yer aldığını görebiliriz.


                                                

Üçüncü ülke olarak Çin'i seçtim. İlk girişte Çin'deki bir evin mimarisiyle karşılamaktayız. 00:06'da Çin'in dans kültürü le alınmakta. Çok fazla bir dans kültürüne sahip olan ülke baleden operaya kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. 00:07'de masaya bırakılan bardakta Çin çayı yer almaktadır. Çinliler için çayı içmek ve çayı tatmak arasında büyük farklılık söz konusu. Öyle ki çay içmek günlük, yemek sonrası veya istenilen bir zamanda tazelenmek için çayı tüketmek iken; çayı tatmak daha çok belli kuralları olan, ruhani ve kültürel bir aktivitedir. 00:15'te önem verdikleri bir diğer sanat dalı olan heykeltraşı görmek mümkün. Anahtarın yanında bir adet heykel yer almakta. Yine aynı karede bir çini sanatından yapılmış porselende yer almakta. 


                                             

 Dördüncü ve son ülke olarak Kanada'yı seçtim. İlk girişte olimpiyat stadı yer almakta ve kanada 2018'de kış olimpiyatlarında madalya almışır bu vurgulanmıştır. Kanadalıların zengin bir spor tarihi olduğunu bu reklamda çok fazla belirtmişler; eskrim, yüzme, koşu gibi.



Sizlerinde katmak istediği bir şeyler olursa yada eksik gördüğünüz noktalar varsa yorumlarınızı beklerim :) Sevgilerle..

9 Nisan 2018 Pazartesi

Eleştir(me) !


   Herkese merhaba son zamanlarda yaşadığım en büyük sorunlardan birini yazıya dökmek istedim. Yaklaşık bir kaç haftadır sürekli bir eleştiri yağmuru altındayım. Nedeni bilinmez ama insanlar eleştiri yapmayı çok seviyor. Bende bu yazımla eleştiri yapan insanların biraz olsun dediklerine dikkat etmesi için yardımcı olmaya çalışacağım.

  Eleştirinin tanımı bu noktada önemlidir. Eleştiri nedir diye arama yaptığımızda bir çok tanım çıkabiliyor karşımıza. Eleştiri ; bir insanı, bir konuyu, bir yapıtı doğru ve yanlış yönlerini bulup göstermek amacıyla inceleme işidir. Bu yüzden karşımızdakini kırmadan eleştiri yapmamız gerekir. Zarifçe yapıldığında karşımızdaki ile arkadaşlık kurmamızı yada var olan ilişkilerimizi geliştirirken kırıcı bir biçimde yapıldığında karşımızdakinin duygularını incitebilir onun öfkelenmesine neden olabiliriz. Bu yüzden eleştirinin yargılayıcı, suçlayıcı, saldırgan şekilde yapılması karşımızdaki kişide olumsuz etki yaratır. 
   Eleştiri yapıyoruz peki biz nasıl bir kişiyiz ? Eleştiri yapan insanların özelliklerine bakacak olursak;

   1. Eleştiri yapan insanların ebeveynlerinden biri bu tiptedir ve farkında olmadan onun özelliğini sürdürür.

 2.Çocukluğunda çok fazla eleştirilmiş, yönlendirilmiş, özgür karar verme yetkisi kazandırılmadığı için kararsızdırlar.

 3.Ebeveynleri tarafından aşırı önemsenerek yetiştirildikleri için ilerleyen çağlarda istekleri gerçekleşmediği için acımadan eleştiri yaparlar.
  4. Model olarak gördükleri bireylerin bu tutumlarını benimseyerek uygularlar. 
  5. Övülme ve takdir edilme konusunda cimridirler. 
  Eleştiri yaparken nelere dikkat etmeliyiz peki ? Öncelikle eleştiri yapılırken bunu toplum içinde değil birebir yapmak daha faydalıdır. Eleştirilecek konu hakkında daha fazla beklenmemelidir. Yargılayıcı, küçümseyici subjektif ve hedefe yönelik olmayan eleştirilerin kişilerin moralini bozacağını bilmeliyiz bu yüzden geliştirici, hedefe yönelik ve yüreklendirici yani yapıcı eleştiriler yapmalıyız.
  Her insanın yaşam tarzı; aldığı eğitim, kültür, terbiye ve bulunduğu çevre değişim gösterir. Benimde öyle bu yüzden birçok gereksiz eleştiri alıyorum belkide bilinmez.. Ama gelen birçok eleştiri yıkıcı özellikte ve hiçbiri bana güzel bir biçimde yazılmıyor. İnsanlar mantığıyla değil diline geldiği gibi konuştuğu için birçok arkadaşımız bu konudan muzdarip. Lütfen bu yazıyı okuyan arkadaş sende insanları eleştir ama yıkıcı değil yapıcı biçimde..
  Sözün özü ;
       Eleştiri; insanların kusurlarını ortaya çıkarmak, yargılamak değildir yol göstermektir. İnsanlara saygı çerçevesinde yaptığınız hiçbir eleştiriye sert bir tepki gelmeyeceğini bilmeniz dileğiyle.. 

                             Sevgilerle.. 

8 Nisan 2018 Pazar

Korkutan Gece...



   Herkese merhaba... Bugün üstümde bir yorulmuşluk ve tükenmişlik hissi var. Koca şehirde kendimi bir başıma hissediyorum. Sanırım insan istemese de bazen aile hasreti çekiyor. Yalnızlık pek bana göre değil zaten ne kadar yalnız olmayı sevsemde modum çok düşüyor... Bir an öne tatile çıkacağım günü bekliyorum bir nebze olsun hasretim dinsin diye. Hasret çekmek ne kadar zor bir duygu hele ki yalnızlıkla birleşince çekilmiyor açıkçası...
   Dün akşama gelecek olursam yine modum düşmüş bir şekilde dizi izliyordum saatte 00:15 suları uykum gelmiş durumda ama umursamıyorum. Sonra bir anda yattığım yerde sallanmaya başladım. Önce ne olduğunu anlamadım uykum geldi halüsinasyon sandım. Yatak sallanacak hali yok bir anda kalktım çevreye bakmak için dışarı baktım kimsede bir ses seda yoktu. Kendi kendime korkmaya başladım  zaten tek kalmaya biraz korkuyorum bir de böyle bir şey olunca.. Hemen Kandilli Rasathanesi'nin sitesine girdim hiçbir bilgi yazmıyordu. Son dakika haberlerine bakıyorum yine bilgi yok. En iyisi annemleri aramak dedim aradım orada bir şey olmadığını deprem olmuş olabilir belki diye teselli etti. Kapatınca deliler gibi bilgi aramaya çalıştım kafayı yedim diye korkmaya başladım bir an. Allah'tan 00:40 sularında rasathaneden bilgi yayınlandı Bolu'da 4.9 büyüklüğünde bir sarsıntı... Çevre illerde en çok hisseden bendim sanırım. O kadar huzursuz oldum ki Bolu halkı da geceyi dışarıda geçirmiş zaten.
   Uzun zamandır böyle bir deprem hissetmemiştim. Gerçekten Rabbim ülkemize böyle bir acı yaşatmasın. İnsan o kadar kötü oluyor ki. Hem aileden uzak hem tek başına olunca.. Benim için böyle korkunç bir geceydi. Bugünde hala etkisini sürdürüyor huzursuzluğum hiç modum yok o yüzden... 
Sevgilerle..

7 Nisan 2018 Cumartesi

Kitap Yorumum: Ali ve Nino



Kitap adı  : Ali ve Nino
Yazar : Yusuf Vezir Çemenzeminli
Türkçesi : Azat Ağayev
Sayfa Sayısı : 311

    Bir kitabın daha sonuna gelmiş bulunmaktayım. Kitabın öncelikle elime nasıl ulaştığını anlatmam gerekirse her ay benim için çok kıymetli olan ve ömrümün geri kalanını onunla geçireceğime inandığım adamla ay dönümlerimizde kitaplaşırız. Onun bu ay gönderdiği üç kitaptan birisiydi Ali ve Nino. En başta okurken çok tepki göstermiştim Ali'nin hayatına bu ne saçmalık diye. Çünkü dört kadınla evlenmenin caiz olduğunu, sağ elin üç parmağı ile çatal kaşık kullanmadan yemek yediklerini ve daha bir çok gelenek görenek ve kültürlerini anlatıyordu. Özellikle dört eş kısmında çok öfkelenmiştim. Daha sonra Nino ile tanışmalarını ve ona olan ufak duygularını anlatıyor fakat tek sorun Nino Hristiyan geleneği ile büyümüş, Rus disipliniyle yetişmiş ve Avrupa'nın yaşam tarzını benimsemiş, iyi eğitim görmüş, soylu bir ailenin kızıdır. Ali'de soylu bir aile yapısına sahip ve Müslüman geleneklerine göre büyümüş, Asya 'nın yaşam tarzını benimsemiştir. Sevgi bu ya hiçbir şey engel olamıyor ve gençler birbirlerine olan sevgilerini belirtip aileleriyle görüşüyor. En başta karşı çıkan aile Gürcü bir "dost" sayesinde kızlarını Ali'ye vermeyi onaylıyor. Bu "dost" onların evlenmeleri için her şeyi yaparken bir anda bambaşka biri oluyor. Bu kısmı anlatmayacağım tabiki çünkü kitabın büyüsü burada başlıyor. İlerleyen zamanlarda evlendiklerinde Dağıstan'da uzun mutlu bir zaman geçirirler. Bu onların en mutlu tek zamanları olacak ne yazık ki. Ardında Kafkas coğrafyasının tarihi ile akış değişecek ve İran'a gitmek zorunda kalacaklar Nino'yu burada bambaşka bir hayat bekliyor ve Ali Han'ın görmediği yönlerini görecektir. Asya ve Avrupalıların birbirlerinden olan farklılıklarını, birbirlerine karşı olan tutumları, önyargıları kitapta çok güzel ele alınmış. Aynı zamanda Azerbaycan'ın uğradığı soykırımlar, gördükleri işkencelerin bir kısmı (bir kısmı diyorum çünkü o kadar zulüm görmüşler ki burada yazsam satırlar, kelimeler kifayetsiz kalır) ve vatanını sevenlerin nasıl savaştıkları çok güzel bir biçimde ele alınmış. Hem aşk hikayesi okumayı seven hem birazda tarihi aşk olsun diyenler için kitabı öneririm. Hayranlıkla ve memnun kalarak bitireceğinizden emin olun. Kitap sonunda benim ulaştığım nokta şu oldu; bazen geleceğini inşa ederken fedakarlık yapmak zorundadır insan, önemli olan bu fedakarlıkları yaptığında da feda ettikleri hala onun yanında mıdır...



Kitaptan ufak alıntılar ; 

"Demek Bakü'nün tartışmalı coğrafi konumu sayesinde, dünyanın en güzel gözlerine bakabiliyordum."

"Şu Hristiyanların bir türlü anlayamadığım daha farklı gariplikleri de var. Düşmanlarını alt edebilmek için gelişmiş silahlara, iyi yetiştirilmiş askerlere, üstüne üstlük ihtiyaç duydukları her şeyi üretebilecekleri fabrikalara sahipler. Başka insanları kitleler halinde en hızlı şekilde ve en kolay yoldan yok edebilmek amacıyla yeni bir şey icat eden kişi büyük paralar ve madalyalarla ödüllendiriliyor. Buraya kadar her şey çok iyi, çünkü harp gerekli bir şeydir. Fakat Avrupalılar diğer taraftanda çok sayıda hastane yapıyorlar. Hastalıklara yeni çareler arayan, yeni bir ilaç bulan ya da harp sırasına karşı tarafın askerlerini tedavi edip besleyen bir şahıs da aynı derecede saygı görüp madalya alıyor."

"Aslını  ararsanız, biz Cenab-ı Allah'ın buyurmuş olduğu her şeyi yerine getiriyoruz. Avrupalılar ise kendi Tanrılarının hiçbir buyruğuna uymadıkları halde, her geçen gün biraz daha güçlenip kuvvetleniyorlar."

"Kadın, sadece kendi kocası tarafından beğenilmek için çalışmalıdır, başkaları tarafından değil."

" 'Hayır,' adamın gözlerinden derin bir keder okundu. 'Ben sıradan bir sanatçıyım. Gerçek bir aşık değilim.' 
   'Gerçek bir aşık nasıl olur peki?'
    'Ramazan ayında mucizelerle dolu bir gece, Kadir gecesi vardır. Bu gecede de tabiatın uykuya daldığı bir saat vardır. O saatte nehirler akmaz, cin ve şeytanlar bir saatliğine hazineleri beklemekten vazgeçerler; otların dikilip uzadığı ve ağaçların konuştukları işitilebilir, nehirlerden su perileri çıkar. O gece ana rahmine düşenler, bilge ve şair olurlar. Gerçek aşık olmak isteyen şahıs, Kadir gecesi bütün aşıkların hamisi İlyas peygamberi çağırmalıdır. Vakti gelince İlyas peygamber ortaya çıkar ve kendi kadehinden aşığa içirip şöyle der: 'Sen artık gerçek bir aşıksın ve yeryüzündeki her şeyi benim nazarımla göreceksin'
...
Asabi aşık yere oturup elleriyle yüzünü kapattı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sonrada şöyle dedi : 'Fakat kimse Kadir gecesinin hangi gece olduğunu ve doğanın uykuya daldığı saati bilmiyor. Bu nedenle de yeryüzünde hiç gerçek aşık kalmamıştır.'"

"Galiba insanları gruplara bölmenin en doğru yolu, onların orman insanları ve çöl insanları diye ayırmaktır. Doğu'nun içkisiz sarhoşluğu da sahradan kaynaklanıyor. Sahranın sıcak rüzgarı ve kızgın kumu insanları sarhoş ediyor. Sahra, basit ve problemsiz bir dünyadır. Orman ise suallerle doludur. Sahra ne kimseden bir şey ister, ne de kimseye bir şey verir; vaatte bile bulunmaz. Fakat ruhlardaki kıvılcım, ormandan kaynaklanıyor. Sahra insanı, yani gördüğüm ve hayalimde canlandırdığım sahra insanı,  tek bir duyguya sahiptir ve tek bir hakikati tanır. Orman insanının ise binbir türlü yüzü vardır. Muhafazakarlar sahradan, yenilikçiler ise ormandan çıkar. Doğu'yla Batı arasındaki en temel fark da, bu olsa gerek."

"Çarşaf, kadının vücudunu görmenizi engelliyor, onu tanımanızı değil. Çarşafın altındaki kadının alışkanlıklarını da, düşüncelerini de, hayallerini de anlayabilirsiniz. Çarşaf, kadının gözlerini, ağzını ve burnunu kapatabilir; kalbini ve ruhunu ise asla."

"Denizle sahil bitip tükenmek bilmeyen bir kavgada birleşen karı koca gibidirler."

"Fakat ben ormanları ve ovaları seviyorum; sen ise dağları, taşları ve çölleri. Çünkü sen çöl çocuğusun. Bu yüzden senin aşkın da, senin dünyan da beni korkutuyor."

"Halka şunu da anlatmamız gerekiyor ki ne siyah vardır, ne de beyaz. Çünkü siyahta beyaz, beyazda ise siyah bulunur. Bu yüzden şunu tavsiye edebilirim: Öyle işler yapalım ki yeryüzünde kimse zarar görmesin. Çünkü her bir insanda bizden bir zerre, bizde de her bir insandan bir zerre vardır."

"Yüzünü saklamak zorunda olmak, kadın için küçük düşürücü bir şey. Peçe takarsam, kendimden nefret ederim."

"Eski bir söz, 'Misafir evine, elinde oğlunun kesilmiş başı olduğu halde girse bile, onu ağırlamalı ve kendisine saygıda kusur etmemelisin' der.Gerçekten bilgece söylenmiştir, ne var ki yerine getirilmesi çok güç bir tavsiyedir."

"... fakat benim evim, bana ait olan topraklar üzerinde bulunmalı. Ben kendi çölümün, şehrimin ve güneşimin evladıyım."

" 'Korkuyorum Ali Han. Ben çok korkak biriyim.'
'Öyleyse silahını bırak, tarlalar geçerek Pula Nehri üzerinden Gürcistan'a kaç.'
'Bunu yapamam Ali Han. Savaşmak istiyorum çünkü korkak da olsam, vatanımı herkes kadar seviyorum."







6 Nisan 2018 Cuma

Özgürlüğüme Kavuştum

 


 Bugün günlerden sınavların bitiş tarihi olan 6 Nisan Cuma ayrıca benimde özgürlüğüme kavuştuğum gün. O kadar sıkılmıştım ki sınavlara çalışmaktan yada çevremde sınav stresi yapan birilerini görmekten. Açıkçası bu dönem çok ders çalışmıyorum çünkü gerçekten 16 yıldır bir şeyler öğrenip onları ezberlemekten usandım. Sadece geçebileceğim notlar alıp derslerimi vereyim ve kurtulayım istiyorum. Sistem o kadar robotlaştırıyor ki insanları önüne not veriyorlar okuyorsun, ezberle, sınava gir ee sonra ? Tabi kii bütün bilgiler uçuyor sonrasında hangisini aklımızda tutalım ? Bir sürü gereksiz şey ezberletmek yerine keşke okuyup yorumlatmayı tercih etseler. Günden güne yorumlama yeteneğimi kaybettiğimi fark ediyorum. Bir konu anlatırken konuyu bir yerden bağlayıp devam ettiremiyorum illa ezberlediğim bilgilere bakmam gerekiyor. Neyse bitti de kurtuldum en azından Mayıs ayına kadar.
    Şimdi güzel bir tatil başlayacak benim için ve dolu dolu bir Nisan ayı geçireceğim. Önce bilediğim e görmediğim bir şehre gideceğim hemde uçaklaaa. Hayatımda ilk defa uçağa bineceğim yükseklik korku olmasına rağmen bununla ilgili detayları bindikten sonra sizlerle mutlaka paylaşacağım. Oradan dönüşte İstanbul'a gideceğim lale mevsimi başlamış umarım bitmeden yetişebilirim yıllardır İstanbul'da yaşamama rağmen hiç gitmek nasip olmadı belki bu sefer yetişirim. Ardından Nisan sonunda mezuniyet eğlencem var çok eğleneceğime inanıyorum çok şükür okuluda noktalıyoruz bu eğlenceyle. Zaten Mayıs ayında yine sınavlar gelecek onları düşünmeden şimdi Nisan ayında yapacaklarımı hayal edip kendimi mutlu ediyorum.
    Eh tabiki gezmekle sınırlı kalmayacağım bu ay güzel kitaplar bitireceğim aslında biraz filmlere de bakabilirim ama çok film kültürü olan biri olmadığım için film seçmek çok zor geliyor bana. Eğer varsa güzel önerileriniz onlara da talip olabilirim :)
  Bende durumlar böyle o halde ben kitabımı bitirmeye gidiyoruum. Sevgiyle kalın :)

5 Nisan 2018 Perşembe

Yazsam Roman Olur


   
   Kadın duygusal ve dolu gözlerle baktı adamın gözlerine "Olmuyor, yeteri kadar seviyorum ama araya giren nedenler oldurmuyor" dedi. Adam yeterince savaşmıştı onlar için. Fakat tek sorun kadının ailesiydi belki de kadın kendini hazır hissetmediği için böyle bir bahaneyi öne sürüyordu ve sona gelmişlerdi bu yüzden. Oysa ne çok seviyordu kadın adamın merhametini, onu sevme tarzını, gözyaşlarını öperek silmesini, bir anda onu mutlu edecek şeylerle karşısına çıkmasını. Adam öylece kaldı hiçbir şey diyemeden dünyası başına yıkılmış gibiydi. Bu ayrılığı hiç beklemiyordu en son düşüneceği şey bile değildi çünkü kadının onu sevdiğini biliyordu. "O zaman bitti mi her şey ?" der gibiydi adamın gözleri. "Bizim yaşayacak bir çok anımız var" diye haykırıyordu kalbi. Anlık verdiği karardan pişman olacağını biliyordu kadın. Çok severken terk etmek ona göre değildi ama gitmesi gerekiyordu. Usulca kalktı ruhunu adamın yanında bankta bırakarak "Seni asla unutmayacağım" dedi tiz bir sesle. Adam kafasını kaldıramadı kaldırırsa ona olan aşkına yenileceğini biliyordu, o gözleri bir daha unutamayacaktı. Kadın ağır adımlarla deniz kenarında ilerlemeye başladı. Kalbi hala gökyüzü kadar sonsuz sevdiği adamdaydı. "Keşke kal dese bir daha gitmemek üzere kalırım" diye geçiriyordu içinden. Oysa bu sahilde beraber ne mutluluklar yaşamışlardı, kaç kere sabahlamışlar, kaç kere sarılmışlardı hiç bırakmayacakmışcasına... Şimdi bu sahil onların ayrılıklarına şahit mi olacaktı ? Peki ya bu şehir ? Nasıl çekilecekti onsuz, her köşesinde buram buram anıları varken.. Geri döndü adama bakmak için oysa adam...




4 Nisan 2018 Çarşamba

Nerede O Eski Zamanlar ?



     Herkese merhabaaa. Teknolojiden uzak yaşama deneyimimi bugün ele almak istedim.Yaklaşık 1 aya yakın süredir eski zamanları anma ve kendimi teknolojiden uzaklaştırmak için akıllı telefonumu bıraktım. En başta çok zor gelsede elime sadece mesajlaşmak ve telefon görüşmeleri yapmak için kullandığım bir telefon var. Çevremde her gören akıllı telefonumun bozulduğunu düşünüyor. Böyle bir şey olmadığını söylediğimde ise çok fazla yadırganıyorum. Belki akıl sağlığımdan şüphe eden bile olmuştur. Çok şaşırtıcı sistemin insanları bu kadar içine çektiğini bu yaptığım eylemle fark ettim. İnsanlar akıllı telefon olmadan adım bile atamaz hale gelmişler. Eski telefonları telefon yerine bile koymuyorlar. Bu durum gerçekten beni çok üzdü. Bende akıllı telefon hastası biriyim ama külüstür telefona geçince fark ettim ki hayat telefondan ibaret değilmiş. Öyle bir nesil yetişiyor ki akıllı telefonlar yüzünden anne babasının numarasını ezbere bilmeyen.. Bu durum gerçekten oturulup düşünülmesi gereken bir konu. Gelecek nesilleri kurtarabilecek kişiler sadece biz kaldık. Onları da telefon esiri ederek hayattan uzaklaştırmamalıyız. Bunu okuyan tüm arkadaşlarıma da en azından 1 hafta telefondan uzak yaşamalarını tavsiye ediyorum. Kendinizi resetlemeniz için çok iyi bir fırsat oluyor... Sevgilerle ^.^

3 Nisan 2018 Salı

Kitap Yorumum: Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları



 Kitap Adı: Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları 
 Yazar: John Perkins  
 Türkçesi : Murat Kayı
 Sayfa Sayısı: 314


   Uzun zamandır okuma listemde olan kitabı nihayet bitirdim. Kitabı bölüm hocamın şiddetli tavsiyeleri üzerine almak zorunda kaldım. Bölüm öğrencisi olarak mutlaka kütüphanemizde yer alması gerekiyormuş. 
   Bu kitabın ibret almamız ve içinde bulunduğumuz durumu değiştirip yeniden yaratmamız için  kaleme alındığını düşünüyorum. Özellikle kitabın son sayfalarında verdiği öneriler bunu kanıtlar nitelikte. "Ancak bu kitap bir reçete değildir. Sadece bir itiraftır, o kadar."
  Küresel güçlerin neler yapabileceği ile ilgili biraz bilgisi olan kişiler için kitap baya bilgilendirici durumda. Silahsız, üniformasız bir savaş nasıl olur diye merak ediyorsanız cevap kitabın içinde ama ben size kısa yanıt vereyim; Ekonomik Tetikçiler ile mümkün. Ekonomik tetikçiler dünya üzerindeki ülkeleri trilyonlarca dolar dolandırarak bu savaşı başlatıyorlar.Bu ekonomik tetikçiler tabiki Amerikanın çalışanları ve yaptıkları hamlelerle ülkeleri Amerika'ya muhtaç ediyorlar. 
   Bir diğer taraftan da petrolün ülkeler için ne kadar önem sarf ettiğini bunun için neler yapılabileceği ve petrolün ekonomi üzerindeki etkilerini ve insanların özellikle büyük devletlerin kendi çıkarları için hangi yollara başvurduklarını ele alınmış.
  Açık konuşmak gerekirse kitap çok sürükleyici değildi ancak gelişmekte olan tüm halkların okuması gereken bir kitap. Yazar ne kadar vicdan rahatlatmaya çalışsa da ana akış anlaşılır bir biçimde. 
 Kitap hakkında belirteceklerim ve düşüncelerim bu şekilde bir sonraki kitap yorumunda görüşmemiz dileğiyle sevgiler...
     
          Kitaptan ufak alıntılar;

    "Kişiler açgözlülüklerinden ötürü ödüllendirildikçe, açgözlülük baştan çıkarıcı bir hal alır."
    "Köşeyi dönenlerin yaşam tarzları ve donanımları hepimizi tüketmek, tüketmek ve daha fazla tüketmeye özendiren birer model olarak sunuluyor."


     "Bir ülke hakkında oraya gitmeden önce ne kadar fazla bilgi edinirsen, işin o kadar kolay  olur."


   "Elektrik, kapitalizmin ve demokrasinin üstün gelmesini diğer herhangi bir unsurdan daha etkin şekilde temin edecektir."


     "İngilizce bölümünde okuyan(sömürülmeye çalışan Endonezya halkından) kız, ekonomik tetikçinin gözlerinin içine baktı. “Bu kadar açgözlü ve bencil olmayı bırakın. Dünyada sizin kocaman evlerinizden ve gösterişli mağazalarınızdan başka şeyler de olduğunun farkına varın. İnsanlar açken, siz arabalarınızın benzini için üzülüyorsunuz. Bebekler susuzluktan ölürken, siz son modeller için moda dergilerini karıştırıyorsunuz. İnsanlarınız bizim gibi ülkeler fakirlik içinde boğulurken yardım isteyen çığlıklarımızı duymuyor bile. Kulaklarınızı size bunları söylemeye çalışanların seslerine tıkayıp, onları radikal ya da komünist olarak damgalıyorsunuz. Yoksulları ve ezilmişleri daha fazla yoksulluk ve esarete itmek yerine, onlara kalbinizi açmalısınız. Fazla zaman kalmadı. Eğer değişmezseniz, bu sonunuz olur."


   " ABD'de tek bir masum kişi var mı ? Her ne kadar en büyük kazancı ekonomik piramidin tepesindekiler elde ediyor olsada, milyonlarcamızın geçimi az gelişmiş ülkelerin sömürülmesine bağlı."
    

    "Omar'ın ideali özgürlüktür; bir ideali yok edecek füze henüz icat edilmemiştir!"
   

    "Yaşamımızdaki kurumları etkileyecek belirli eylemlere girişmeniz konusun sizi cesaretlendirebilirim. Bir ortam oluştuğu anda fikrinizi söyleyin, mektuplar ve elektronik postalar yazın, soru ve endişelerinizi telefonla gerekli yerlere bildirin, daha bilinçli okul yönetim kurulları, belediye meclisleri ve yerel kurullar için oy verin. Bir şey almanız gerektiği zaman, bunu bilinçli olarak yapın; kişisel olarak katılımcı olun.


   "Daha iyi bir dünya yaratmak için sahip olduğumuz şaşırtıcı fırsatları hemen sıralayabilirim: Herkese yetecek kadar yiyecek ve su; bugün milyonlarca insanı gereksiz yere etkileyen salgınları önleyecek ilaçlar, yaşamın gereklerini yer kürenin en ücra köşelerine bile götürebilecek ulaştırma sistemleri; okur-yazarlık oranını arttırıp, dünyadaki her insanın, diğer insanlarla iletişime girebilmesine olanak verecek internet servislerinin sağlanması; farklılıkların giderilmesini sağlayarak, savaşları gereksiz kılacak araçlar; herkes için daha ekolojik ve verimli evler geliştirmek için kullanabilecek, hem uzayın sonsuzluğunu, hem de en minik, atomaltı enerjiyi araştıran teknolojiler; yukarıdakilerin tümünü başarmak için yeterli kaynaklar ve daha birçok şey."








2 Nisan 2018 Pazartesi

Ringo Ringo Vizeler..

  Üniversite hayatının her şeyi birbirinden güzelken bir sınav haftası geliyor... Aman Allah'ım okuldan soğumalar, evlenme fikirleri, yeni iş stratejileri birbirinden farklı şeyler çıkıyor ortaya açıkçası. Tabi sınav haftası ders çalışmaktan beyni yanan arkadaşlar var onları ben katmıyorum işin içine. 4 yıldır üniversitedeyim ama hiçbir zaman okulun ikinci döneminde ineklediğimi hatırlamam. Aksine ikinci dönem çok rahat takılırım ve az çalışır geçebilecek kadar not alırım. Birinci dönemlerde durum hiç böyle olmuyor tabi ki çok ders aldığımdan mıdır yoksa yaz sonrası gelen çalışma isteğinden midir bilinmez ama genelde ilk dönem ortalama kasarım baya da yükseltirim.
  Yine bir vize haftasının ortasındayım 8 dersim olduğu için büyük bir kısmı bitti vize haftamın, son 3 sınavım falan kaldı. O kadar ders çalışmıyorum ki geçsem yeter kafasında takıldığım için çevremdeki insanlar bundan rahatsız oluyor. Sen çalışmıyorsun biz çalışıyoruz tarzında ufak sitemler bile alıyorum zaman zaman. Ama siz çalışırken bende spor salonlarında geleceğime yatırım yapıyorum o da sayılmaz mı diyemiyorum maalesef... İşte bende durumlar böyle vize haftası olan arkadaşlara başarılar diliyorum. Çokta kasmanıza gerek yok nasılsa bir gün bitecek okul erken bitirip hayata atılmaya hiç gerek yok böyle rahat takılmak gerçekten güzel. Sevgilerimle..