Dans etmekle tanıştığım gün henüz üniversite son sınıfa daha çok vardı. Dans edemeyeceğimi ve çok zorlanacağımı düşünmüştüm ilk dans dersimde. Zumba ile tanışınca aslında çok kolay ve eğlenceli olduğunu anladığımda dans etmek beni aşırı mutlu ediyordu. Yaklaşık üç yada dört aylık bir devamlılığım oldu sonra kurs kapanınca danstan da uzaklaştım. Hala dans etmeye bayılıyorum inanılmaz bir şekilde dans ettiğim günleride özlüyorum. Psikolojik ve ruhen dans ederken her şeyi unutuyorsunuz aslında.
Bu ay Blogları Canlandırma Projesi kapsamında Umut-Başarı temalı bir film/dizi izleyecektik yada kitap okuyacaktık. Etkinlik detayları için Okurix'in paylaştığı yazıya bakabilirsiniz. Bu etkinlik kapsamında bende Umut Işığım isimi 2012'de yayınlanmış bir film izlemeyi tercih ettim.
Film ilk olarak Pat adında bir adamın akıl hastanesinden çıktığı gün ile başlıyor. Akıl hastanesine sekiz ay önce yatmış çünkü karısını okuldaki tarih hocasıyla yatarken basmış ve bu esnada da karısı tarih hocasıyla yatarken Pat ile evlendiklerinde ilk dans şarkısı açmıştı. Pat için bu şarkı oldukça sinir bozucu bir hal alıyor zamanla çünkü bu şarkı ona hem karısının aldattığını hatırlatıyor hemde evlendikleri ilk günü hatırlatıyor. Hastaneden çıktığında aslında eşini, işini ve tüm arkadaşlarını kaybettiğinide biliyordu. Hastane çıkışında ise tek amacı karısı Nicky ile tekrar barışıp, onunla yola devam ettirmektir.
Tiffany bir polis eşiydi ve eşini kaybedince semtte dul ve deli kadın olarak nitelendirilen bipolar bir kadın. Pat ile yolları bir akşam yemeği davetinde kesişir ve Tiffany ile Nicky arkadaştırlar fakat dolaylı yoldan. Pat ile tanıştığında ona karşı bir duygu hisseder fakat Pat Nicky'e olan bağlılığı yüzünden bunu görmek istemedi. Pat Nicky' ulaşabilmek için Tiffany aracı olarak kullanmaya karar verir fakat Tiffany bunu yapmak için bir koşul sundu; onunla dans yarışmasına katılmalıydı. Pat hayatında hiç dans etmemiş biri olarak Nicky'e kavuşmak için bunu kabul eder. Yarış gününe kadarda düzenli olarak çalışmaya devam ederler.
Pat'in babası ve benim bayıldığım oyuncu Robert De Niro yani Pat Sr. tam bir bahis tutkunu ve obsesif kompülsif bir adam. Her totemi tuttuğu Eagle takımının kazanması için tek tek aklında tutuyor. Takımı yenilsede bahislere girmekten ve kaybetmekten asla yorulmuyor. Sanırım dizinin en komik yanı bu bahisler ve maçları izlerken yaptığı totemlerdi. Annesi ve babası Pat'e Nicky'i unutturmak için her şeyi yapıyorlar fakat bu süreç oldukça sancılı geçiyor. Pat Sr. ise oğlu ile beraber zaman geçirip Eagle maçlarını izleyip, totemlerine katılmasını bekliyor sadece..
Bu film hayattan beklentisi olmayıp her şeyi bırakan kişilerin kesinlikle izlemesi gereken bir film. Hayattan vazgeçmediğimiz sürece aslında hep umut var. Biz işaretleri takip edersek yol bizi güzelliklere sürükleyecektir. Yeter ki biz hayata küsüp tüm kapıları kapatmayalım. Umut hep vardır.. Filmi izlediğinizde sizinde yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. İyi seyirler..