Öne Çıkan Yayın

Kitap Yorumum : Gösteri Peygamberi

26 Aralık 2020 Cumartesi

Film Yorumum : Stajyer

  Stajyer denilince, nedendir bilinmez, akıllara hep mini etekli, fit vücutlu, haddinden güzel bir kadın gelir. Film adını ilk duyduğumda kafamda kurguladığım senaryo tam olarak şöyleydi; büyük bir firmanın stajyeri olarak işe başlayan genç ve güzel kadının patronu tavlaması. İzlediğim diziler ve okuduğum kitaplarda oluşan algım tamda bu şekildeydi bu filmi izleyene kadar..

 2015 yılında çekilen filmde başroller oldukça harikaydı ne de olsa Robert De Niro ve Anne Hathaway yer alıyor. Konusuna değinecek olursak Jules(Anne Hathaway) kendi imkanları ile internet üzerinden bir butik sitesi kurar. Emek ve azim sonucunda bu butik sitesi oldukça fazla büyür ve tam bir marka olur. Marka olarak bir stajyer programı düzenlemeye karar verirler ama bu program biraz farklı. Alınacak olan stajyerler belli bir yaş üzerinde olacak yani genç stajyerler olmayacak. Ben (Robert De Niro) ise 70 yaşını aşmış oldukça düzenli, emekli ve disiplinli biri. Emeklilikten sıkılıp kendisine iş aradığı süreçte bu stajyer programı ile karşılaşır ve anında başvuruda bulunur. Ben iş başvurusunu online yapacağını öğenince önce şaşırır fakat kamera karşısına geçip kendini tanıtmak için video çekmekten çekinmez. Yaklaşık 40 yılını pazarlama işine adayan Ben işinde oldukça başarılı bir çalışandır zaten. Tüm bu düzen, disiplin, başarı yanında diğer güzel yanı ise sadık olmasıdır. Jules ilk başta onunla çalışmaktan hoşlanmaz ve yaşlı olduğu için ona çok fazla ihtiyaç duymamaya çalışır hatta onu görmemezlikten gelir. Günden güne Ben'in ona olan sadıklığı dikkatini çeker ve Ben onun zamanla sağ kolu hatta danıştığı ilk insan haline gelir. 

Tüm film o kadar güzeldi ki Ben'den öğrendiğim en güzel detay erkeklerin neden mendil taşıdığı oldu. İki saatlik filmde aslında işlenen konu bir kadının ne kadar güçlü ve başarılı olabileceği, kadın-erkek arasındaki ilişkiler çok ince bir şekilde anlatılmış. Film bittiğinde aslında bir insanın çalışmak istediğinde yaşı, cinsiyeti v.s hiçbir şeyin engel olmayacağını anladım. Sanırım Ben gibi bir dostum olsa ne kadar mutlu olurum diye düşünmedim diyemeyeceğim. Çevremde böyle enerjik, bilgili, kültürlü, cana yakın ve tecrübeli yaşlılar olsa asla sıkılmam ve onlardan sürekli bir şeyler öğrenmek beni çok mutlu ederdi. Bu mutluluğu ben yaşayamasamda ileride torunlarıma yaşatacağım bu yüzden çok okuyup çok izleyeceğim. Filmi izledikten sonra yorumlarınızı benimle paylaşmanız dileği ile iyi seyirler.. 






21 Aralık 2020 Pazartesi

Kitap Yorumum : Bir Duygudan Fazlası

  Ayşegül Çiçekoğlu kalemi ile tanışalı çok uzun zaman oldu. Kendisinin ilk kitabı ile tanıştığımda soluksuz okumuştum. Sonra aradan baya zaman geçti ve şimdilerde yeni kitabını okuma şansım ancak oldu. Okurken kah kızdığım, kah güldüğüm Bir Duygudan Fazlası...

Birbirinden farklı üç genç kız Deniz, Zerrin, Rojda... Üç genç kızın tanışma hikayesi on dört yaşında lise odasında başlıyor. Liseye büyük hedeflerle gelen Deniz en eğlencelisiydi bence. Ailesini hiç görmeden yaşayan ve halasıyla büyüyen Deniz hayata karşı hep pozitif ve sevgi dolu bir kız. Zerrin ise benim en nefret ettiğim karakter oldu bu romanda çünkü zengin ve ne istese elde etmiş bir çocuk olarak büyümüş bu yüzden tüm hayatında da bu şekilde olacağını düşünerek yol aldı. Rojda ise benim en çok üzüldüğüm karakter oldu çünkü tüm zor şartlarda Doğu'nun göbeğinde kocaman bir aileye kafa tutarak liseyi kazandı ve idealleri için sonuna kadar savaştı. En kötüsü ise Rojda'nın içine attığı acılardı. O üzülürken bende üzüldüm doğrusu.

  Bu üç kız üniversite kazanana kadar hayatları oldukça toz pembe ve başarılarla dolu bir şekilde yaşandı. Deniz tıp fakültesini, Rojda hukuk fakültesini ve Zerrin ise üniversite için yurt dışına gidince yolları bir nevi ayrıldı. Kızlar bunu mektuplarla sürdürmeye çalışsada bu durum onları epey zorladı. İlk kim aşık olacak derken Kerem çıktı Rojda'nın karşısına. Doyamadığı, sevmekten asla usanmadığı Kerem.. Nerden bilebilirdi bir erkeğin tüm hayatlarını mahvedeceğini. Bilse zaten adı aşk olmaz nefret olurdu.

 Dostluğun, sevginin önemi ve değeri Zerrin, Rojda, Deniz ile o kadar iyi işlenmiş demek isterdim ama emin değilim. Çünkü beynimin algılayamadığı çok farklı konular vardı. Rojda ve Deniz'in dostluğu mükemmel işlenmişti fakat Zerrinle Kerem'den o kadar nefret ettimki kitabın o bölümleri beni oldukça tiksindirdi. Hatta bir ara kitabı bırakacaktım ama bir yandan da sonu merak ettiğimden bırakamadım. Fakat kitaptaki olay örgüsünü kafanızda her kurduğunuzda tam bir ters köşe oluyorsunuz. Bu kısmı ise kitaba bağlayan tarafıydı sanırım. 

 Entrikalar ve pembe dizileri seven bir kişiliğiniz varsa bu kitap tam sizlik! Fakat yaşanılan entrikaları kaldırabilecek bünyeniz olduğundan emin olmanız gerekiyor. Aksi takdirde benim gibi sinir krizi geçirebilirsiniz okurken. Herkese keyifli okumalar..  



17 Aralık 2020 Perşembe

Film Yorumum : Kadın Kokusu

  Mart ayında karantina günleri bizi dizilere, filmlere ve kitaplara yoğunlaştırmıştı ne kadar güzel verimliydi bir çoğu için. Benim için verimsizdi bu yüzden bu karantina günlerini evde verimli geçirmek için odakladım kendimi. İki gün yasak vardı ve ben haftasonunu filmler izleyerek ve kitap okuyarak geçirdim. Sanırım uzun zamandır film izlemiyordum o yüzden çok iyi geldi film izlemek. 

  1992 Martin Brest yönetmenliğindeki film sanırım benim için uzun süre etkili ve unutulmaz bir film olarak kalacak. Özellikle son zamanlarda engellilerle ilgili kitap okuduğum süreçte gerçekten çok beğendiğim bir film oldu. 

 Yıllarca emri altındaki binlerce askeri yöneten Yarbay Slide bir gün eğitim verdiği sırada gazi olur. Gazi olması ne kadar onurlu olsa da o görme engelli olarak hayatına devam etmek zorundadır ve bu süreçte onu oldukça huysuz bir ihtiyar haline getirmiştir. Kalan hayatını kızının evindeki küçük kulübede herkesten nefret ederek devam ettirmeye çalışmaktadır. İşin güzel yanı şu Yarbay Slide evin her köşesini ezbere bilmektedir ve ilk dakikalarda onun görme engeli olduğuna inanmamıştım. Resmen yürümesi, duruşu engelli değil gibiydi. 

 Burslu öğrenci Charlie Simms.. Okula ilk geldiği günden beri sürekli çalışıp para kazanmaya ve bursunu kaybetmemek için elinden geleni yapmaya çalışmaktadır. Noel Arifesinde ise bulduğu iş tam olarak yaşlı bir ihtiyara bakıcılık yapmaktır ve bu ihtiyar ise Yarbay Slide'dır. Fakat tm film boyunca ona bakıcılık yapmaktan çok Slide'ın peşinde sürüklenip durdu. 

  Yarbay'ın hayali Newyork'a bir kere daha gitmek bu yüzden önceden tüm biletleri ve otel rezervasyonlarını yapmıştır. Kızı evden ayrılır ayrılmaz Charlie ile anında yolculuğa çıkar tabi Charlie ne kadar istemesede gitmek zorunda kalır. Yolculuk boyunca içki içen Yarbay'ın en önemli özelliği kadınların kokularını nokta atışı bilmesidir. Bu benim dikkatimi çeken ve çok hoşuma giden olaydı. Yarbay Newyork'ta uzun zamandır yapamadığı birçok şeyi gerçekleştirdi hemde keyifle. Özellikle lokantadaki kızla tango yapması inanılmazdı. Bir an izlerken gerçekten görme engeli var mı yok mu insanı düşündürüyor. Tam olarak ayakta alkışlanası bir sahneydi. 

 Filmde etkilendiğim ve kendim o anı yaşıyormuşum gibi hissetiğim diğer sahne ise aşırı pahallı ve ünü bir markanın arabasını kullandıkları sahneydi. Bilin bakalım şoför koltuğunda kim vardı ? Tabiki Yarbay Slide! İzlerken bu sahnede nefesim kesildi ve yolcu koltuğunda Charlie değilde sanki ben varmışım gibi hissettim. Ne sahneydi ama!

 Filmin her sahnesi muazzamdı ve üstüne yazılacak çok şey olmasına rağmen gerisini ben anlatmayacağım çünkü bu yazıdan sonra kendiniz izleyeceksiniz.. Kesinlikle izleyin, izlettirin. Bazen film aramak ve kaliteli film izlemek isterseniz ve bulamazsanız açıp tekrar tekrar izleyin çünkü sıkılmayacağınıza kefilim. Hepinize iyi seyirler, sevgilerimle...



 

12 Aralık 2020 Cumartesi

Kitap Yorumum: Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler

 Hayatta karşılaştığınız her kişi ve kendinizde dahil bir engelli adayısınız. Peki bunu gün içerisinde hiç aklınıza getiriyor musunuz ? Gördüğünüz bir engelli olunca acıyarak baktığınızda aklınıza geliyor mu ? Aslında gerçeği itiraf etmek gerekirse ben engelli kişi görünce korkuyorum.. Nedenini bilmiyorum ama küçüklükten beri nerede engelli görsem bende öyle olurum yada ileride çocuklarımda öyle olur diye korkuyorum. Kesinlikle göz göze gelmem farkında olmadan acıyarak bakarsam anlayıp üzülmesin diye. 

 Kitabı aldığım zaman dilimi çok komikti açıkçası. Nişanlımın izninin son gününde çok acele birbirimize kitap alalım diye kitapçıya girdik ve ben kitabı kendim seçmiştim. Aşk kitabı olduğunu düşünerek aldığım kitabın içinde çok başka bir dünya olacağını hiç düşünmemiştim. 

 Kitabın ilk sayfalarında akıcı olduğunu anlıyorsunuz zaten. Hukuk fakültesinden mezun olan Julia'nın babası bir anda ortadan kayboluyor ve sevgili Julia aradan dört yıl sonra babasının nereye kaybolduğunu öğrenmek üzere ufak bir mektup parçası ile yola düşer. Bu yolda aslında en çok merak ettiği şey annesinin dahi bilmediği konu olan babasının hayatındaki karanlık bir dönem olan ilk yirmi yılı.. 

 Tin Win... Kitap boyunca bana engellerin sadece beynimizde olduğunu her satırda her sayfada bize anlatan kişi. Görme engelli Tin Win, yürüme engelli ve Burma'nın en güzel kızı olan Mi Mi'ye aşık olur. Peki bu imkansız aşk nasıl olacak derseniz işte kitabın en güzel sayfaları orada akıcılığını sürdürüyor. Sanırım burada da asıl engelin beynimizde olduğunu görüyorsunuz. En azından benim için öyle oldu. Kitapta en çok hoşuma giden ise Mi Mi'nin ses tonu elbette bunu duyamadım ama betimleme sayesinde duymuş kadar oldum doğrusu. Kitabın ana fikri olan sevginin hiçbir engel tanımadığı bir aşk ise mükemmel bir dilde kaleme alınmış. Kim derki iki engelli bu derece güzel sevebilir ve araya mesafeler girse de o aşkın hiç bitmeyeceğini..

 Kitabı okurken bazı bölümlerde kitabı kapatıp yaklaşık yarım saat hüngür hüngür ağladım bazı bölümlerde hevesle, mutlulukla okudum. Kitabın en sonunda tamamen yıkıldım resmen. Öyle bir son hiç beklemiyordum açıkçası. Kitabın devamıda varmış onuda en kısa zamanda sipariş verip okuyacağım tadı resmen damağımda kaldı umarım devam kitabında beklediğim gibi biter aynı yıkımı yaşamam. 

 Arkadya Yayınları ne zaman okusam her zaman mutlu bitirdiğim ve çok güzel sonuçlar çıkarttığım kitaplar okumama vesile olmuştur hep. Bu yüzden bu yayınevini çok sık okumasamda okuduğum zaman hep mutlu kapatmışımdır o son sayfayı. Teşekkürler Arkadya!

 Kitap hakkında yazacağım o kadar çok şey varki aslında ama size önden bilgi vermemek için resmen kendimi kısıtlamaktan kasıldım yazarken. Açıkçası bu kitabın neden filmi çekilmemiş anlamadım. Gerçekten tam film olsa değerlendirilecek bir kitap bence bunu bir senarist yada yapımcı görmeli ve acilen çekimlere başlamalı. Kitabı okuduğunuzda sizinde yorumlarınızı ve duygularınızı sabırsızlıkla bekliyorum çünkü Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler ve yalnızca diğer yarımız o sesi duyar...



6 Aralık 2020 Pazar

Kitap Yorumum: Aşkım Sana Ait!

   Yakın zamanda hiç bu kadar çerezlik kitap okumamıştım. Çerezlik dememe bakmayın yine yaklaşık 450 sayfacık bir kitap. Hatırladığım kadarıyla bir marketten almıştım bu kitabı ama bu tarz kitaplar neden marketlerde satılıyor anlamış değilim. Yine de aldığıma pişman oldum diyemem gayet eğlenceliydi özellikle ilk yüz sayfasından sonra. Genelde sıkıcı kitaplar ilk yüz sayfadan sonra akıcı oluyor sanırım bu değişmez bir gerçek.

 Kitap konusuna gelecek olursak eşinden yeni boşanmış Amber'in yeni girdiği iş yerindeki eğlenceli ve hareketli iş hayatını anlatıyor. Amber oldukça özgüvensiz bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Yeni girdiği mutfak ise oldukça hırslı ve bilgin kişilerden oluşmakta. Restoran sahibi ise oldukça yakışıklı, magazin dergilerinde eşi ve kızıyla boy boy fotoğrafları olan, kaslı, özgüvenli Oscar. İşe yeni başladığında Oscar'da tam olarak eşinden ayrılmak üzereydi. Peki bu kadar yakışıklı bir aşçı Amber'e bakar mı ? Ya da Amber ona gerçekten aşık olabilir mi, aşık olduğunu mu sanar ? 

Restoran içindeki olayları okurken bazen baya şaşırdım. Dışarıda bir yere oturduğumuzda önümüze gelen tabağa burun kıvırıyoruz fakat o tabak önümüze gelene kadar arka tarafta olanları bir nevi görmüş oldum bu kitapta. Bir şefin müşteri memnuniyetsizliği karşısında verdiği tepki mesela çalışanlara karşı oldukça kötü olabiliyormuş.

 Oscar oldukça sinirli ve hırslı bir yapısı olduğu için Amber onu sürekli frenlemeye çalışmakta aslında. Bu  hırsı ile zaten bir yarışmaya katılmaya karar verir. Eğer yarışmayı kazanırlarsa yeni açılan restoranları için harika bir kazanç olacaktır. Tabii aynı gün birde Amber'in en yakın arkadaşının nişan günüdür ve Amber onun nedimesidir. Elbette bu önemli günde Amber onu tek bırakamayacağına göre nişan kutlamasını restoranda yapmasını teklif eder ve olaylar iyice farklılaşır. Bakalım bu nişan töreni ve yarışmayı nasıl aynı anda yürütebilecekler ? 

Dom.. Amber'in eski eşi peki bu hikayede onun yeri nasıl olacak ? Hepsi son dakikaya kadar sabırsızlıkla okuduğunuzda öğrendiğiniz konular. Daha fazla kitap hakkında içerik vermeden yazımı sonlandırıyorum. Hepinize sevgilerle..