Öne Çıkan Yayın

Kitap Yorumum : Gösteri Peygamberi

26 Aralık 2020 Cumartesi

Film Yorumum : Stajyer

  Stajyer denilince, nedendir bilinmez, akıllara hep mini etekli, fit vücutlu, haddinden güzel bir kadın gelir. Film adını ilk duyduğumda kafamda kurguladığım senaryo tam olarak şöyleydi; büyük bir firmanın stajyeri olarak işe başlayan genç ve güzel kadının patronu tavlaması. İzlediğim diziler ve okuduğum kitaplarda oluşan algım tamda bu şekildeydi bu filmi izleyene kadar..

 2015 yılında çekilen filmde başroller oldukça harikaydı ne de olsa Robert De Niro ve Anne Hathaway yer alıyor. Konusuna değinecek olursak Jules(Anne Hathaway) kendi imkanları ile internet üzerinden bir butik sitesi kurar. Emek ve azim sonucunda bu butik sitesi oldukça fazla büyür ve tam bir marka olur. Marka olarak bir stajyer programı düzenlemeye karar verirler ama bu program biraz farklı. Alınacak olan stajyerler belli bir yaş üzerinde olacak yani genç stajyerler olmayacak. Ben (Robert De Niro) ise 70 yaşını aşmış oldukça düzenli, emekli ve disiplinli biri. Emeklilikten sıkılıp kendisine iş aradığı süreçte bu stajyer programı ile karşılaşır ve anında başvuruda bulunur. Ben iş başvurusunu online yapacağını öğenince önce şaşırır fakat kamera karşısına geçip kendini tanıtmak için video çekmekten çekinmez. Yaklaşık 40 yılını pazarlama işine adayan Ben işinde oldukça başarılı bir çalışandır zaten. Tüm bu düzen, disiplin, başarı yanında diğer güzel yanı ise sadık olmasıdır. Jules ilk başta onunla çalışmaktan hoşlanmaz ve yaşlı olduğu için ona çok fazla ihtiyaç duymamaya çalışır hatta onu görmemezlikten gelir. Günden güne Ben'in ona olan sadıklığı dikkatini çeker ve Ben onun zamanla sağ kolu hatta danıştığı ilk insan haline gelir. 

Tüm film o kadar güzeldi ki Ben'den öğrendiğim en güzel detay erkeklerin neden mendil taşıdığı oldu. İki saatlik filmde aslında işlenen konu bir kadının ne kadar güçlü ve başarılı olabileceği, kadın-erkek arasındaki ilişkiler çok ince bir şekilde anlatılmış. Film bittiğinde aslında bir insanın çalışmak istediğinde yaşı, cinsiyeti v.s hiçbir şeyin engel olmayacağını anladım. Sanırım Ben gibi bir dostum olsa ne kadar mutlu olurum diye düşünmedim diyemeyeceğim. Çevremde böyle enerjik, bilgili, kültürlü, cana yakın ve tecrübeli yaşlılar olsa asla sıkılmam ve onlardan sürekli bir şeyler öğrenmek beni çok mutlu ederdi. Bu mutluluğu ben yaşayamasamda ileride torunlarıma yaşatacağım bu yüzden çok okuyup çok izleyeceğim. Filmi izledikten sonra yorumlarınızı benimle paylaşmanız dileği ile iyi seyirler.. 






21 Aralık 2020 Pazartesi

Kitap Yorumum : Bir Duygudan Fazlası

  Ayşegül Çiçekoğlu kalemi ile tanışalı çok uzun zaman oldu. Kendisinin ilk kitabı ile tanıştığımda soluksuz okumuştum. Sonra aradan baya zaman geçti ve şimdilerde yeni kitabını okuma şansım ancak oldu. Okurken kah kızdığım, kah güldüğüm Bir Duygudan Fazlası...

Birbirinden farklı üç genç kız Deniz, Zerrin, Rojda... Üç genç kızın tanışma hikayesi on dört yaşında lise odasında başlıyor. Liseye büyük hedeflerle gelen Deniz en eğlencelisiydi bence. Ailesini hiç görmeden yaşayan ve halasıyla büyüyen Deniz hayata karşı hep pozitif ve sevgi dolu bir kız. Zerrin ise benim en nefret ettiğim karakter oldu bu romanda çünkü zengin ve ne istese elde etmiş bir çocuk olarak büyümüş bu yüzden tüm hayatında da bu şekilde olacağını düşünerek yol aldı. Rojda ise benim en çok üzüldüğüm karakter oldu çünkü tüm zor şartlarda Doğu'nun göbeğinde kocaman bir aileye kafa tutarak liseyi kazandı ve idealleri için sonuna kadar savaştı. En kötüsü ise Rojda'nın içine attığı acılardı. O üzülürken bende üzüldüm doğrusu.

  Bu üç kız üniversite kazanana kadar hayatları oldukça toz pembe ve başarılarla dolu bir şekilde yaşandı. Deniz tıp fakültesini, Rojda hukuk fakültesini ve Zerrin ise üniversite için yurt dışına gidince yolları bir nevi ayrıldı. Kızlar bunu mektuplarla sürdürmeye çalışsada bu durum onları epey zorladı. İlk kim aşık olacak derken Kerem çıktı Rojda'nın karşısına. Doyamadığı, sevmekten asla usanmadığı Kerem.. Nerden bilebilirdi bir erkeğin tüm hayatlarını mahvedeceğini. Bilse zaten adı aşk olmaz nefret olurdu.

 Dostluğun, sevginin önemi ve değeri Zerrin, Rojda, Deniz ile o kadar iyi işlenmiş demek isterdim ama emin değilim. Çünkü beynimin algılayamadığı çok farklı konular vardı. Rojda ve Deniz'in dostluğu mükemmel işlenmişti fakat Zerrinle Kerem'den o kadar nefret ettimki kitabın o bölümleri beni oldukça tiksindirdi. Hatta bir ara kitabı bırakacaktım ama bir yandan da sonu merak ettiğimden bırakamadım. Fakat kitaptaki olay örgüsünü kafanızda her kurduğunuzda tam bir ters köşe oluyorsunuz. Bu kısmı ise kitaba bağlayan tarafıydı sanırım. 

 Entrikalar ve pembe dizileri seven bir kişiliğiniz varsa bu kitap tam sizlik! Fakat yaşanılan entrikaları kaldırabilecek bünyeniz olduğundan emin olmanız gerekiyor. Aksi takdirde benim gibi sinir krizi geçirebilirsiniz okurken. Herkese keyifli okumalar..  



17 Aralık 2020 Perşembe

Film Yorumum : Kadın Kokusu

  Mart ayında karantina günleri bizi dizilere, filmlere ve kitaplara yoğunlaştırmıştı ne kadar güzel verimliydi bir çoğu için. Benim için verimsizdi bu yüzden bu karantina günlerini evde verimli geçirmek için odakladım kendimi. İki gün yasak vardı ve ben haftasonunu filmler izleyerek ve kitap okuyarak geçirdim. Sanırım uzun zamandır film izlemiyordum o yüzden çok iyi geldi film izlemek. 

  1992 Martin Brest yönetmenliğindeki film sanırım benim için uzun süre etkili ve unutulmaz bir film olarak kalacak. Özellikle son zamanlarda engellilerle ilgili kitap okuduğum süreçte gerçekten çok beğendiğim bir film oldu. 

 Yıllarca emri altındaki binlerce askeri yöneten Yarbay Slide bir gün eğitim verdiği sırada gazi olur. Gazi olması ne kadar onurlu olsa da o görme engelli olarak hayatına devam etmek zorundadır ve bu süreçte onu oldukça huysuz bir ihtiyar haline getirmiştir. Kalan hayatını kızının evindeki küçük kulübede herkesten nefret ederek devam ettirmeye çalışmaktadır. İşin güzel yanı şu Yarbay Slide evin her köşesini ezbere bilmektedir ve ilk dakikalarda onun görme engeli olduğuna inanmamıştım. Resmen yürümesi, duruşu engelli değil gibiydi. 

 Burslu öğrenci Charlie Simms.. Okula ilk geldiği günden beri sürekli çalışıp para kazanmaya ve bursunu kaybetmemek için elinden geleni yapmaya çalışmaktadır. Noel Arifesinde ise bulduğu iş tam olarak yaşlı bir ihtiyara bakıcılık yapmaktır ve bu ihtiyar ise Yarbay Slide'dır. Fakat tm film boyunca ona bakıcılık yapmaktan çok Slide'ın peşinde sürüklenip durdu. 

  Yarbay'ın hayali Newyork'a bir kere daha gitmek bu yüzden önceden tüm biletleri ve otel rezervasyonlarını yapmıştır. Kızı evden ayrılır ayrılmaz Charlie ile anında yolculuğa çıkar tabi Charlie ne kadar istemesede gitmek zorunda kalır. Yolculuk boyunca içki içen Yarbay'ın en önemli özelliği kadınların kokularını nokta atışı bilmesidir. Bu benim dikkatimi çeken ve çok hoşuma giden olaydı. Yarbay Newyork'ta uzun zamandır yapamadığı birçok şeyi gerçekleştirdi hemde keyifle. Özellikle lokantadaki kızla tango yapması inanılmazdı. Bir an izlerken gerçekten görme engeli var mı yok mu insanı düşündürüyor. Tam olarak ayakta alkışlanası bir sahneydi. 

 Filmde etkilendiğim ve kendim o anı yaşıyormuşum gibi hissetiğim diğer sahne ise aşırı pahallı ve ünü bir markanın arabasını kullandıkları sahneydi. Bilin bakalım şoför koltuğunda kim vardı ? Tabiki Yarbay Slide! İzlerken bu sahnede nefesim kesildi ve yolcu koltuğunda Charlie değilde sanki ben varmışım gibi hissettim. Ne sahneydi ama!

 Filmin her sahnesi muazzamdı ve üstüne yazılacak çok şey olmasına rağmen gerisini ben anlatmayacağım çünkü bu yazıdan sonra kendiniz izleyeceksiniz.. Kesinlikle izleyin, izlettirin. Bazen film aramak ve kaliteli film izlemek isterseniz ve bulamazsanız açıp tekrar tekrar izleyin çünkü sıkılmayacağınıza kefilim. Hepinize iyi seyirler, sevgilerimle...



 

12 Aralık 2020 Cumartesi

Kitap Yorumum: Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler

 Hayatta karşılaştığınız her kişi ve kendinizde dahil bir engelli adayısınız. Peki bunu gün içerisinde hiç aklınıza getiriyor musunuz ? Gördüğünüz bir engelli olunca acıyarak baktığınızda aklınıza geliyor mu ? Aslında gerçeği itiraf etmek gerekirse ben engelli kişi görünce korkuyorum.. Nedenini bilmiyorum ama küçüklükten beri nerede engelli görsem bende öyle olurum yada ileride çocuklarımda öyle olur diye korkuyorum. Kesinlikle göz göze gelmem farkında olmadan acıyarak bakarsam anlayıp üzülmesin diye. 

 Kitabı aldığım zaman dilimi çok komikti açıkçası. Nişanlımın izninin son gününde çok acele birbirimize kitap alalım diye kitapçıya girdik ve ben kitabı kendim seçmiştim. Aşk kitabı olduğunu düşünerek aldığım kitabın içinde çok başka bir dünya olacağını hiç düşünmemiştim. 

 Kitabın ilk sayfalarında akıcı olduğunu anlıyorsunuz zaten. Hukuk fakültesinden mezun olan Julia'nın babası bir anda ortadan kayboluyor ve sevgili Julia aradan dört yıl sonra babasının nereye kaybolduğunu öğrenmek üzere ufak bir mektup parçası ile yola düşer. Bu yolda aslında en çok merak ettiği şey annesinin dahi bilmediği konu olan babasının hayatındaki karanlık bir dönem olan ilk yirmi yılı.. 

 Tin Win... Kitap boyunca bana engellerin sadece beynimizde olduğunu her satırda her sayfada bize anlatan kişi. Görme engelli Tin Win, yürüme engelli ve Burma'nın en güzel kızı olan Mi Mi'ye aşık olur. Peki bu imkansız aşk nasıl olacak derseniz işte kitabın en güzel sayfaları orada akıcılığını sürdürüyor. Sanırım burada da asıl engelin beynimizde olduğunu görüyorsunuz. En azından benim için öyle oldu. Kitapta en çok hoşuma giden ise Mi Mi'nin ses tonu elbette bunu duyamadım ama betimleme sayesinde duymuş kadar oldum doğrusu. Kitabın ana fikri olan sevginin hiçbir engel tanımadığı bir aşk ise mükemmel bir dilde kaleme alınmış. Kim derki iki engelli bu derece güzel sevebilir ve araya mesafeler girse de o aşkın hiç bitmeyeceğini..

 Kitabı okurken bazı bölümlerde kitabı kapatıp yaklaşık yarım saat hüngür hüngür ağladım bazı bölümlerde hevesle, mutlulukla okudum. Kitabın en sonunda tamamen yıkıldım resmen. Öyle bir son hiç beklemiyordum açıkçası. Kitabın devamıda varmış onuda en kısa zamanda sipariş verip okuyacağım tadı resmen damağımda kaldı umarım devam kitabında beklediğim gibi biter aynı yıkımı yaşamam. 

 Arkadya Yayınları ne zaman okusam her zaman mutlu bitirdiğim ve çok güzel sonuçlar çıkarttığım kitaplar okumama vesile olmuştur hep. Bu yüzden bu yayınevini çok sık okumasamda okuduğum zaman hep mutlu kapatmışımdır o son sayfayı. Teşekkürler Arkadya!

 Kitap hakkında yazacağım o kadar çok şey varki aslında ama size önden bilgi vermemek için resmen kendimi kısıtlamaktan kasıldım yazarken. Açıkçası bu kitabın neden filmi çekilmemiş anlamadım. Gerçekten tam film olsa değerlendirilecek bir kitap bence bunu bir senarist yada yapımcı görmeli ve acilen çekimlere başlamalı. Kitabı okuduğunuzda sizinde yorumlarınızı ve duygularınızı sabırsızlıkla bekliyorum çünkü Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler ve yalnızca diğer yarımız o sesi duyar...



6 Aralık 2020 Pazar

Kitap Yorumum: Aşkım Sana Ait!

   Yakın zamanda hiç bu kadar çerezlik kitap okumamıştım. Çerezlik dememe bakmayın yine yaklaşık 450 sayfacık bir kitap. Hatırladığım kadarıyla bir marketten almıştım bu kitabı ama bu tarz kitaplar neden marketlerde satılıyor anlamış değilim. Yine de aldığıma pişman oldum diyemem gayet eğlenceliydi özellikle ilk yüz sayfasından sonra. Genelde sıkıcı kitaplar ilk yüz sayfadan sonra akıcı oluyor sanırım bu değişmez bir gerçek.

 Kitap konusuna gelecek olursak eşinden yeni boşanmış Amber'in yeni girdiği iş yerindeki eğlenceli ve hareketli iş hayatını anlatıyor. Amber oldukça özgüvensiz bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Yeni girdiği mutfak ise oldukça hırslı ve bilgin kişilerden oluşmakta. Restoran sahibi ise oldukça yakışıklı, magazin dergilerinde eşi ve kızıyla boy boy fotoğrafları olan, kaslı, özgüvenli Oscar. İşe yeni başladığında Oscar'da tam olarak eşinden ayrılmak üzereydi. Peki bu kadar yakışıklı bir aşçı Amber'e bakar mı ? Ya da Amber ona gerçekten aşık olabilir mi, aşık olduğunu mu sanar ? 

Restoran içindeki olayları okurken bazen baya şaşırdım. Dışarıda bir yere oturduğumuzda önümüze gelen tabağa burun kıvırıyoruz fakat o tabak önümüze gelene kadar arka tarafta olanları bir nevi görmüş oldum bu kitapta. Bir şefin müşteri memnuniyetsizliği karşısında verdiği tepki mesela çalışanlara karşı oldukça kötü olabiliyormuş.

 Oscar oldukça sinirli ve hırslı bir yapısı olduğu için Amber onu sürekli frenlemeye çalışmakta aslında. Bu  hırsı ile zaten bir yarışmaya katılmaya karar verir. Eğer yarışmayı kazanırlarsa yeni açılan restoranları için harika bir kazanç olacaktır. Tabii aynı gün birde Amber'in en yakın arkadaşının nişan günüdür ve Amber onun nedimesidir. Elbette bu önemli günde Amber onu tek bırakamayacağına göre nişan kutlamasını restoranda yapmasını teklif eder ve olaylar iyice farklılaşır. Bakalım bu nişan töreni ve yarışmayı nasıl aynı anda yürütebilecekler ? 

Dom.. Amber'in eski eşi peki bu hikayede onun yeri nasıl olacak ? Hepsi son dakikaya kadar sabırsızlıkla okuduğunuzda öğrendiğiniz konular. Daha fazla kitap hakkında içerik vermeden yazımı sonlandırıyorum. Hepinize sevgilerle..



28 Kasım 2020 Cumartesi

Dizi Yorumum : Bir Başkadır

 Günlerdir dilden dile, reklamdan reklama, internetin en çok konuşulan dizisi BİR BAŞKADIR! Popüler dizi ve film izleme sitesinin bir numaralı dizisi. Günlerdir dillerden düşmeyen, bir paylaşım ağının en çok konuşulanlar listesinde ilk sıralarda yer alan dizi; BİR BAŞKADIR! Bir başkadır ama ne ? Söylerken sanki sonunda bir şey eklenecekmiş ama unutulmuş gibi hissettiriyor insana. İzlediğiniz sırada da zaten birçok konuda muallakta bırakıyor insanı. 

  Dizi konusu olarak aslında net olarak şunu anlatıyor diyemiyorum. Türkiye'de yaşanan her farklılığı, ayrımı ele almaya çalışmışlar. Dizinin ilk sahnesi mesela bir gündelikçi ve psikiyatrist  görüşmesi ile başlıyor. Bu dizi içinde gündelikçi sürekli seanslara gidiyor ve dikkatinizi en çok çeken konuşma sahneleri oluyor. Gündelikçi oldukça kötü bir diksiyona sahip iki lafı bir araya getiremiyor ama psikiyatr ise ona göre mükemmel diksiyon ile karşımıza çıkıyor. Gündelikçi dini inanışlarına göre yaşadığı şeyleri ve bundan kaynaklı yaşadığı duygusal problemleri anlatıyor doktora. Doktor ise bunun asıl nedenini öğrenmeye çalışıyor. Fakat doktor hanımında oldukça ağır sorunları var ve o da başka bir doktorla seanslarına devam ediyor. Kapalı kişilere büyük bir önyargısı var ve bunu aşmaya çalışıyor. 

 Gündelikçi abisi ve depresyondaki yengesi ile beraber yaşıyor. Dizi boyunca yengenin neden depresyonda olduğunu öğrenmek için resmen çıldırdım neyseki son bölümlerde öğrendim ve rahatladım. Bir de imam var bu imamda önemli çünkü gündelikçi ve abisi imamdan onay almadan adım atmıyorlar, yaptıkları her şeyde ona danışıyorlar önce. 

 Dizide temelde çok az kişi olmasına rağmen hepsinin farklı yaşadığı sorunlar ve hepsinin bölüm bölüm bu sorunları ele alınarak dizi istenilen sezon kadar uzatılabilir. Hem birbirleri ile bağlantıları çok az hemde çok fazla. İzlerken sırf bir sonraki bölümde bu soruna cevap bulunacak mı düşüncesi ile tüm sezonu bitirdim. 

 Dizinin adı ne kadar eksikmiş gibi hissettirip izleyiciye bıraksa da devamını aslında verdiği mesaj belli. Hepimiz aynı duygulara sahibiz sadece olaylara ve konulara göre bu duygular çevresel etkenlere göre değişebiliyor. Yetiştiğiniz ortam sizi geniş bakış açısıyla bakmanızı etkiler ve kısıtlar. Bunu aşabilmek yani önyargılarınızı kırabilmek sizin elinizde.

 İzlerken aslında gün içerisinde yaşadığınız ama asla dikkate almadığınız birçok şey olduğunu anlayacaksınız. Mutlaka sizden bir parçada bulmanız mümkün. İzlerken tek tavsiyem çok dikkatli ve net izlemeniz. İzlediğinizde  burada yorumlarınızı bekliyorum çünkü konuşulacak çok sahne var ama içerik hakkında bilgi vermek istemiyorum size. Hepinize iyi seyirler dilerim...




21 Kasım 2020 Cumartesi

Kitap Yorumum: Kayıp Gül

  Tüm zamanların en çok okunan ve sevilen kitaplarını okumak her zaman çok farklı hissettirir bana. Büyük bir beklenti ile okurum gerçekten seveceğime inanarak başlarım kitaba. Kitabın sonuna kadarda durmaksızın okumak isterim acaba okuyanlar bunun neresinde hangi duyguyu yaşamış diye düşünerek. Kayıp Gül kitabını okuduğum kısacık süreçte de tam olarak bu his içerisinde okudum. 

 Yazarın daha önce Aşkın Resmi isimli bir kitabını daha okumuştum ve o kitabın sonunda muğlakta kalmıştım. "Nasıl yaaa" gibi bir tepki verip yaklaşık yarım saat boşluğa bakıp almıştım. Bu kitap bittiğinde de aynı şeyi yaşadım ve okurken Aşkın Resmi ile bazı kurgularında benzerlikler olduğunu fark ettim. Hatta bir ara "ben bu kitabı daha önce okudum mu ?" diye düşünmedim desem yalan olur. İçeriğinde bahsedilen güllerle konuşma sanatını sanki başka bir kitapta daha okudum gibi hissettiğim bir bölümdü. İtiraf edeyim o bölümü okurken atlayarak okumayı bile düşündüm. 

 Kitabın en kısa verdiği mesajı anlatmam gerekirse; çevrendeki insanların yaşam tarzlarına, eleştirilerine, bakış açılarına göre değil kendi istediğin şekilde kendine göre yaşa hayatı. İstediğin ne ise o yolda kimseye takılmadan ilerle ve ilerlerken hayatındaki işaretlere dikkat et çünkü o işaretler sana hayatında büyük yollara giden anahtar. İşaretleri takip edersen mutluluğa ve içindeki benliğe çok daha rahat ulaşırsın.

   Kitabın kısaca konusunu anlatmam gerekirse ana karakter ikizini aramaya çıkıyor. Tüm kitap boyuncada heyecanla ikizini bulacak ümidi ile devam ediyorsunuz. En sonunda aslında aradığı ikiz kendi içindeki benlikmiş. Bu arama sürecinde de ilerlediği yolu anlatması çok değişik. Bu yolda birçok ülke ve şehre yolculuk gerçekleştiriyor karakter. Zaten kendini araması annesi sayesinde başlıyor. Annesinin bunu yapmasındaki amaçta kızının ego ve kibirden kurtulmasını sağlamak. Bunu sağlayabiliyor mu orasını paylaşamayacağım.. 

Serdar Özkan'dan okuduğum ikinci ve son kitap oldu kısacası. Çünkü benim beklentimi hiçbir şekilde karşılamadı. Birçok farklı dilde çevrilmiş yada mükemmel ötesi diye abartılan içi boş bir yazar olduğunu kanıtlamış oldu. Ha tabiki yazmış, cesaret etmiş yayınlamış tebrik ederim kendisini ama kesinlikle okurken size harika katkılar sağlayacak daha iyi yazarlar vardır. Konuyu işlemesi, kurguda garip bir boşluk olması sanırım bunlar benim beklentimi karşılamadığı için yıkıldım. Keşke arka kapakta yazdığı kadar övülesi ve önerilesi olsaydı. Bir sonraki kitap yorumunda görüşene kadar hoşçakalın..




14 Kasım 2020 Cumartesi

Kış Mimi

  Herkese bir cumartesi gecesinden selamlar.. Hafta benim için anca bitti ne yazıkki sadece bir gün tatili olan sabah 9 akşam 7 çalışanlardanız. Bakıyorumda bu hafta hep kış mimi yapılmış bende hiiiç böyle bir mim yapmamıştım. Kış favori mevsimi olan biriyim ve bunu asla kaçıramazdım. Sahi kış ayını seven çok az kişi var nedendir acaba ? Hadi başlayalım o halde.. 


  Kışın ne yapmaktan hoşlanırsın ?

Bu sorunun bence herkeste cevabı aynıdır. Sıcacık bir kahve yada sıcak çikolata eşliğinde pofuduk battaniye altında kitap okumak. Bu benim evde yapmaktan hoşlandığım aktivite. Diğer aktivitem ise dışarıda karın üstünde yürümek. Tabi yıllardır İstanbul'a kar yağmıyor ama bu artık hayal olarak kalacak sanırım. Mesela kendime yumuşak dokulu kazak almakta diğer sevdiğim kış etkinliği arasında. Bu arada benim yumuşak dokulu ve pufuduk şeylere karşı aşırı ilgim var. Kim sevmezki amaaa..

 Kış sana neyi hatırlatıyor ?

Kış bana en çok ilkokula giderken soba başında kuruyan formam ve sabah evin soğuk ayazında giyinip okula gitmeyi hatırlatıyor. Özellikle kışın sabah erkenden uyanmak o kadar zor geliyorduki.. Ben mesela hiç öğlenci grubundan olmadım hep sabahtı dersim. Sabah titreyerek giyinip okula giderdim. Birde kış mevsimi bana hep soba üstünde pişen kestaneyi anımsatıyor. Babam her haftasonu yapardı afiyetle yerdik vallahi. Nerde o sobalı evler artık hey gidi hey!

Kış deyince aklına ilk ne geliyor ?

Kar geliyor elbette. Özellikle bungalov evde uyanmışsınız ve camdan dışarı baktığınızda mükemmel bir beyaz örtü gördüğünüzü düşünsenize hayali bile mükemmel. Diğer aklıma gelen şey ise yeni yıl tabiki doğum günümden midir yoksa yeni bir sayfa açacağım umuduyla mıdır bilmem ama kış geldiğinde bende bu yeni yıl olayları çok heyecanlı oluyor. Özellikle Kasım ayından başlıyorlar ya her yeri süslemeye benim için onları görmek çok heyecan verici oluyor. 


Kış mevsiminin en sevdiğiniz yanı nedir ? 

Sıcak ortamda ısınmaya çalışmak. Ben sürekli üşüyen biri olduğum için kaloriferin dibinde sürekli otururum ve bundan asla şikayet etmem.


Kışın kullandığınız favori kozmetik ürününüz nedir ?

Ben kışın çok makyaj yapmayı sevmem doğrusu. O yüzden bazen nemlendirici yüz kremi kullanırım. Makyaj yapmam gerekirse maskara ve kaş farı kullanırım sadece.


Özellikle kışın yapmaktan hoşlandığınız bir şey var mıdır ? Varsa nedir ?

Uyumak! Bu soruyu hiç düşünmeden cevapladım doğrusu. Kışın sıcacık yatakta uyumayı sevmeyen yoktur sanırım. Aslında ben uyumayı her mevsim severim ama kışın uyumak daha bir tatlı ve zevkli. Bu yüzden sabahları uyanıp işe gitmek bana hep zor geliyor.


Kış yemeklerinden en çok hangisini tüketirsin? 

Bir Karadenizli olarak buna cevabım belli. Balık! Özellikle palamut ve hamsi. Vazgeçemediğim iki deniz ürünü. Kışın kokusundan hoşlanmasamda balık yemeye bayılırım. Başkada aman aman olsada yesem modunda olduğum hiçbir yiyecek aklıma gelmedi şuan. 


2020'ye veda ederken ona ne söylemek istersin ?

İçinde özel bir günüm olmasaydı 2020'yi hafızamdan silip hiçbir şey söylemezdim. Bu sene nişanlandığım için ona tek söyleyeceğim cümle; "Herkesi birbirinden ayırdın, kopardın ama bizi hiçbir zaman ayıramayacaksın çünkü sevgimiz buna izin vermeyecek."


Mimi hazırlayan arkadaşa teşekkür ediyorum. Gerçekten eğlenceli sorular hazırlamış. Bu sayede kışa olan sevgimi bir kez daha dile getirebilmiş oldum. Hepinize koronasız, sağlıklı haftasonu diliyorum.. 




10 Kasım 2020 Salı

Türkiye'de Bir Kahraman

   Dünya üzerinde birçok devlet adamı, krallar, mareşaller, şansölyeler geldi ve geçti. Birçoğu tarihte silinip gitti, bazısı birkaç kötü veya iyi yanıyla hatırlandı, bazısı da yaşadığı ülke sınırları dışında hiç tanınmadı ve yaptıkları işlerle yok olup gittiler. Bir devlet adamı düşünün büyük bir tarihi sonlandırıp yepyeni bir tarih yazmak için sadece üç beş kişi ile yola çıkan. Etrafında en çok ona inanmayanlarla mücadele edip yeni bir ülke kurmak için çabalayan biri. Yapacağı birçok şeye inanarak yola çıkan ve yaptıklarıyla sadece ülke sınırları içinde değil tüm dünyada konuşulacak olan biri... 
 Mustafa Kemal Atatürk.. Ne kadar şanlı bir isim söylerken bile insan gurur duyarak söylüyor ismini. Yurt dışında hemen hemen her okulda kendi adından bahsettiren biri. Tüm devlet adamlarının belkide imrendiği tek adam. Sadece cumhurbaşkanı değil bir komutan, bir öğretmen, bir yazar... Bir devlet adamında olması gereken donanımdan daha fazlasına sahip biri..
 Bugün aramızdan bedenen ayrılışının 82. yılı. Aradan yıllar geçmesine rağmen kendisini ve düşüncelerini asla unutmayacağımız ve hep yaşatacağımız o şanlı kahramanın bugün ölüm günüydü... İstanbul başta olmak üzere tüm Türkiye'de saat 9:05'te hayat durdu sadece bir dakikalığına saygı duruşu yapmak için. İş yerimde bende camdan izledim o an tüm çevreyi ve o bir dakikada çok daha iyi anladım ne kadar çok seveni olduğunu. Gözleri dolan kişiden tutun, hüngür hüngür ağlayan kişiye kadar o kadar farklı simaya baktımki o bir dakikada... Gerçekten Türk olduğum için bir kez daha gurur duydu.
  İnternette bu konuda çok fazla paylaşım oldu özellikle neden saygı duruşunda herkesin araçlarından indi, insanların bu kadar abartmasına ne gerek vardı hatta en çok şaşırdığım "ezan okunurken yattığı yerden kalkmayan insanlar bir devlet adamı için saygı duruşuna geçiyorlar" cümlesine denk geldim. İnsanların neden din ve devlet işlerini ayıramadığını hala anlamış değilim. Ülkemizde zaten bu ayrım yapılsa belki de uygar medeniyetler seviyesinin en üstünde yer alırdık.. Dikkatimi çeken bir konuda sağlık bakanına yapılan linçti. Siyah maske ile Atatürk'ü anmış ve birçok kişi tarafından bu yüzden tepki aldı. Aslında ilk başta Atatürk fotoğrafı ile paylaşım yapıp sonra maske ile paylaşım yapılsaydı daha hoş olurdu. Bu konuda bende gördüğümde çok şaşırmıştım neden siyah maske ile bir paylaşım yapıldığı konusunda. Sanırım bakanın sosyal medya uzmanlarını değiştirmesi doğru bir tercih olabilir. 
  Ülkemizde Atatürk'ü anma günümüz bu şekildeydi. Farklı ülkelere uzanan bir kahramanımızı kaybetmenin derin üzüntüsü ile sizlere sevgilerimi yolluyorum...



8 Kasım 2020 Pazar

Arayan Kim ?

+ İyi günler sizleri ...... arıyorum. X kişisinin kaydı ile ulaştım doğru mudur ?
-Evet
+ X Hanım/Bey sizleri arama amacım markamızın siz değerli üyeleri/misafirleri için başlatmış olduğu Y hizmetimizden %70 indirimli yararlanma hakkınız bulunuyor.
 . . . 

 Gün içerisinde birçok reklam gördüğümüz ve izlediğimiz yetmiyor gibi bir de telefon edip reklam yapan markalara denk geldiniz mi ? Açar açmaz "ben ilgilenmiyorum" diyip ya da küfür edip kapattığınız o reklam kampanyaları hakkında hiç düşünüyor musunuz kapattıktan sonra ? Ya da dakikalarca karşınızdaki kişiyi dinleyip en sonunda "benim zaten bu konuda ilgilendiğim başka bir yer var" diyip kapatıyor musunuz ? 
  Çağrı merkezi çalışanları bu tarz kırıcı olayları o kadar çok deneyimliyorki. Eskiden banada çok saçma gelen reklam veya tanıtım çağrılarından nefret edip "Alo" dedikten sonra nereden aradıklarını öğrenince  telefonu yüzüne kapatırdım karşımdaki kişinin. Oysa insan işin içine girmeden anlayamıyormuş neyin ne olduğunu. Yaklaşık 2 aydır bende o nefret edilen ve sevilmeyen reklam tanıtımı yapmak için zamanlı zamansız arayan kişilerden biriyim. Evet! Bende bir çağrı merkezi çalışanıyım artık. 
  Çağrı merkezi çalışanları olarak o kadar stresli ve zor bir iş yapıyoruzki... Tabi işin güzel yanıda var harika insanlar tanıyorsunuz özellikle satış yaptıysanız ve o kişi yakınlarını da yararlandırıyorsa referans olarak mükemmel ötesi oluyor o insan bizler için.  Nefret edilecek kişilerle de iletişim kurabiliyorsunuz özellikle küfür yiyip telefonun suratınıza kapatıldığı an en iğrenç ruh hali. O tarz kişilere beyfendi/hanımefendi diye hitap ettiğiniz için kendinizden tiksiniyorsunuz ve biliyorsunuzki aslında yüzlerine tükürülecek insanlar bile değiller. Değerli insan olsalar zaten önce karşılarındaki insana saygılı davranırlar. Telefonu açan kişinin konuşma tarzından eğitim seviyesini ölçmeye çalışırken,  ses tonundanda yaşını tahmin edip sunduğumuz kampanya ile ilgilenip ilgilenmeyeceğini bile anlıyoruz  açıkçası. Kısacası bazen telefonun diğer ucundaki kişi ile dert ortağı olup bazen de farklı kişinin küfür ederek stres attığı kişi olabiliyorsunuz.

 İşe başladığımda o kadar tereddütlü ve tedirgindimki. "Ben nasıl burdan konuştuğum birine satış yaparım" diyip kendi kendimi strese sokuyordum. Zamanla anladımki zaten alacak olan kişi her şekilde alıyor sadece itiraz karşılamak önemli. Dikkat ettiyseniz çağrı merkezi çalışanlarının ikna kabiliyeti yüksek ve her türlü itirazınıza bir cevapları oluyor. İşte biz ne kadar iyi itiraz karşılarsak o kadar sağlam satış yaparız ve sattığımız ürünün altını o kadar iyi doldururuz. Genel olarak sonuna kadar kendimizi dinletirsek zaten o telefon konuşması satış olmuş olarak bitiyor ve buda bizim prim yapmamız için çok önemli bir konu. Diğer önemli bir konuda karşımızdaki kişi ile konuşma süremiz tabiki. Günlük konuşma süremiz ve konuşma ortalamamız oluyor. Ortalamamız ne kadar iyi ise datamız(konuşulacak olan kişi sayısı) o kadar az kullanılmış oluyor. Datayı az kullanmak önemli çünkü kişilerin telefon numaralarına ulaşmak zor oluyor. Genelde o aç kapa yapılan veya "ilgilenmiyorum" diyip suratımıza telefon kapatanlar ortalamamızı çok düşürüyor maalesef. 
   Yaptığınız işi sevmek için çalıştığınız ortamda çok etkili. Mesela ben şuan çalıştığım ortamda o kadar çok eğleniyorumki çalışmaktan çok işe eğlenmeye gidiyormuşum gibi hissediyorum bu yüzden şanslıyım açıkçası. Sanırım o ortamı yakalayamasaydım bir sürü bahane bulup işten çıkardım. En büyük bahanem ses tellerimin zarar görmesi ve satış yapamıyorum olurdu. Gerçekten günlük dört buçuk saat telefonda konuşup değişik insanların garip itirazlarını karşılaşmak herkesin yapacağı iş değil. 

Son olarak size yaşadığım komik bir konuşmayı paylaşıp yazımı sonlandırmadan önce lütfen arayan kişileri nezaketende olsa dinleyin. İllaki almak zorunda değilsiniz sadece onu dinlemeniz bile karşınızdakini mutlu edecektir. Arayan kişilere elbette yakınlarınızın bilgilerini vermeyin ama "düşünen yakınlarım olursa sizlere yönlendireceğim" demeniz yine arayanı çok mutlu edecek bir davranış olacaktır. Sevgilerimle.. 

+İyi günler. Sizleri Özel ... Hastanesinden arıyorum. İsmim X. Sizlere Y kaydı ile ulaştım doğru mudur?

-(Hatta ama 20 saniye cevap yok) 

+Beni duyabiliyor musunuz ?

-Ha, evet kendisi oğlum oluyordu. Konu neydi ?

+Neden düşündünüz acaba oğlunuzu tanıyamadınız mı efendim ? Ayrıca şuan oğlunuz değil mi ?

-Yani şuan yurt dışında o yüzden beni neden aradınız anlayamadım.

+Efendim yurt dışını arayamadığımız için sizleri aradık.

-Tamam o gelince ben söylerim o sizi arar. İyi günler.. (Telefonu suratıma kapattı) 








1 Kasım 2020 Pazar

Kitap Yorumum: Sana Bi'şey Olmasın!


  Köşe yazıları okumaya devam eden var mı ? Ya da şöyle sorayım gazete almaya devam eden var mı ? Eskiden en bayıldığım şey gazete almaktı. Alır almaz içinden bulmacasını saklar, sonra hiçbir şey olmamış gibi babama verirdim. Bizim evde biraz bulmaca yarışı vardı kim gazeteyi önce ele geçirirse bulmaca onun olurdu. Bulmacalardan sonra benim en çok gazetenin üçüncü sayfa haberleri ve ek gazetedeki ünlüler dünyasını konu alan içerikler dikkatimi çekerdi. 
Bütün gün gazeteyi didik didik okusam bıkmazdım. Tabii şimdi her şey modern.. Gazete alan sayısı bile oldukça az ne de olsa her şey elimizin altında. Önemli bir olay mı olmuş aç interneti hemen araştır son dakika haberlerinden bul, oku ve geç. Kim köşe yazısı yazmış kim düşüncelerini ve eleştirilerini sivri dille ya da mizahi dille yazmış kimin umurunda ? 
   Şu dönemde köşe yazısı yazan kaç kişi var doğrusu hiç bilgim yok. Zaten her gün düzenli olarak köşe yazısı yazmakta zor olsa gerek. Resmen her gün yeni bir konu bulup hakkında bilmem kaç kelimeden oluşan bir yazı yazıyorsunuz doğrusu yeterince zorlayıcı görünüyor. İşte Ayşe Özyılmazel de bu zorlayıcı işi yapanlardan biri. Belki kendisi keyif alarak yapıyordur bilmiyorum ama okuduğum kadarıyla eleştirme işini güzel başarıyor açıkçası. 
  Sana Bi'şey Olmasın kitabında ilişkilerden tutun, ünlülerin yaşamına ve 2006 yılında neler moda ise hepsini ele almış. Aslında bu kitabı özel olarak yazmamış anladığım kadarıyla o dönem içerisinde gazete köşesinde yazdığı tüm yazılarını bir kitapta derlemiş. Bence çokta güzel olmuş özellikle bir sosyoloji bölüm öğrencisi tez yazmak istese o dönem hakkında epey bilgiye ulaşır. Özellikle popüler olan giyim tarzları, ilişkiler, ünlü gösterileri, popüler kafeler ve mekanlar hakkında. 
  Kitabın bir bütün olmaması beni en çok sevindiren konuydu. Sürekli ne okumuştum, konu neydi sorunu ile karşılaşmadan her bölümde farklı bir konu ele alması kafası dağınık kişiler için mükemmel oluyor. Özellikle sabah metroda giderken kitap okumaya çalıştığım için inene kadar bir bölüm okuyup gün içerisinde o dönemin düşüncesi ile bu dönemin düşüncesini karşılaştırmak çok güzel oldu. Meğer ne çok şey değişmiş yaklaşık 15 senede. Hey gidi hey...
 Kitap içerisinde özellikle zayıflamakla ilgili düşünceleri ve bizzat tanık olduğu şeyler beni çok cezbetti. Sürekli diyet yapıp, harika(!) fiziğim olacak düşüncesi ile sürekli aç kalan biri olarak şunu fark ettim; popüler kültürde bize dayatılan fit vücut kavramının yıllardır asıl karşılığı bulunamamış. Dünyanın en güzel kadını diye bir olgu asla olmaz ve olamaz. Neden mi ? Çünkü bu dünyada güzel olmak için hemcinslerin olmamalı eğer varsa senin bir kusurun mutlaka vardır ve bunu da sana hiç çekinmeden aktarırlar Ayşe Özyılmazel bu konuyu ele alırken oldukça realist yaklaşmış konuya. 
   Kitap elime nasıl geçti, ne şekilde kitaplığımda yer aldı bilmiyorum ama okurken ne okuyorum modunda olsanızda gerçekten okunmaya değecek bölümleri var. Özellikle popüler kültür, zengin ve ünlü insanların ne yaşadığı ve ne yapmaya çalıştığı konusu hakkında gözlem yapmanıza büyük yardımı olacaktır diye düşünüyorum. Ne de olsa şu dönemde popüler ve zengin biri olmak çok önemli bir konu...